Hakan Reyhan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Haber
  4. İklim (Ticareti) Yasası

İklim (Ticareti) Yasası

En başta şu tespiti yapmak gerekir: Dünyanın en iyi iklim yasası çıkartılsa dahi ülkemizin küresel ısınma ve iklim değişikliğinden kaynaklanan sorunlarını temelden çözmek mümkün değildir.

featured
Player Alanı

En başta şu tespiti yapmak gerekir: Dünyanın en iyi iklim yasası çıkartılsa dahi ülkemizin küresel ısınma ve iklim değişikliğinden kaynaklanan sorunlarını temelden çözmek mümkün değildir.

Yani herhangi bir yasa iklim krizinin nedenlerini ortadan kaldırmaya muktedir olamaz, sadece sonuçların yarattığı tahribatlarla ilgili bazı iyileştirici düzenlemeler yapılabilir.

Neden mi? Çünkü iklim krizinin kaynağı atmosferik düzlemde ele alınabilir niteliktedir ve ancak dünya ülkelerinin ortak iradesi, çalışmaları ve güçlü radikal yaptırımlarıyla sorun temelden çözülebilir.

Daha açık söylemek gerekirse; örneğin Çorumlu çiftçinin küresel ısınmaya bağlı kuraklık sorunu New Yorklu tüketicinin tüketim düzeyine veya dev otomobil şirketinin üretim hacmine, biçimine ve buna bağlı kâr ihtirasına bağlıdır.

Peki iklim sorumlusu olan kapitalist ülkeler-şirketler bu sorunu çözmeye yanaşmıyorsa ya da şimdi olduğu gibi sorunu “yeşil yıkama/aklama”(greenwashing) veya “yeşil kapitalizm” (green capitalism) taktikleriyle geçiştirmeye çalışıyorsa hiç bir şey yapılmayacak mı? Elbette yapılacak.

Hatta iklim krizinin yarattığı/yaratacağı sorunlar ile ilgili daha fazla çalışma, düzenleme yapılması ve çok ciddi tedbirlerin alınması gerekliliği ortadadır.

Ama şu bilinmelidir ki, ülke sınırları içerisinde yaptığınız, yapacağınız hiç bir düzenleme ülkeyi etkileyen iklim sorunlarını çözemeyecektir.

Yani dünyanın bütün ülkeleri sizinle aynı düzenlemeleri aynı kararlılıkla yapmadığı sürece en radikal karbon yasağı yasasını çıkarsanız dahi yağış rejimi dengesizliği düzelmeyecek, kuraklık önlenemeyecek, suların buharlaşmayla azalması tablosu düzeltilemeyecek, sınırları zorlayan milyonlarca iklim göçmeni gelmekten vazgeçmeyecek.

Bu süreçte yapılacak en iyi yasa; iklim krizi durumunun uzun süreceğini ve artarak devam edeceğini bir veri olarak kabul ettikten sonra, krizin yaratacağı sonuçlarla ilgili alınacak önlemleri içeren yasadır.

Yapılacak yasal ve idari düzenlemeler, krizin etkilerini azaltacak; kriz sürecinde dezavantajlı duruma düşebilecek toplumsal kesimleri, sınıfları özellikle kollayacak ve en önemlisi de bu süreçte iyice derinleşecek olan gelir dağılımı adaletsizliğini, çevresel adaletsizliği ortadan kaldıracak, en azından azaltacak sosyal tedbirler almak şeklinde olmalıdır.

Elbette sorunu kaynağında çözmek üzere gerçekleşen (gerçekleşmesi gereken) küresel iklim adaleti hareketi ile birlikte krizin ancak ortak bir dünyasal işbirliği bilinciyle çözülebileceğini bilmek ve buna uygun adımlar atmak gerekmektedir.

Küresel ısınmanın nedeninin atmosferdeki karbon ve metan gazı miktarının artmasından kaynaklandığını herkes biliyor artık.

Ancak herkes mi suçlu, herkes mi günahkâr? Hayır. Bu konuda ıstırap verici bir adaletsizlik var.

Dünya’daki insanların çok büyük bir kısmı, diğer canlıların tamamı nüfus olarak çok küçük bir zengin-kapitalist azınlığın ve büyük devlet yönetici sınıflarının yarattığı sorunu yaşıyorlar. Öyle ki, Dünya’da dolar milyarderi 125 kişi dünya nüfusunun düşük gelirli yüzde 90’nı içerisinde yer alan herhangi bir kişiden 1 milyon kat daha fazla karbon emisyonunu atmosfere gönderiyor (Yeşil Gazete, 03/10/2024).

Maalesef hepimiz aynı atmosferde yaşıyoruz. Karbon ayak izi çok yüksek özel jetiyle veya vip uçağıyla dünyada dolaşmadık yer bırakmayan milyarder Thomas Finley de, Emekli maaşıyla binlerce kilometre uzaklıktaki beş yıldılı otellerde aylarca tatil yapabilen Bernardo-Heida Ald çifti de tarlasından öteye geçtiği günlerin sayısı yılda üç beş günü geçmeyen, kendi habitatında neredeyse sıfır karbon ile yaşayan köylü Mehmet Çobanoğlu da aynı atmosferden besleniyor, aynı havayı teneffüs ediyor, aynı sıcaklığı hissediyor ve aynı iklim krizini yaşıyor.

Yani dünya ülkeleri arasındaki ve ülkelerin kendi içindeki derin, acımasız eşitsizlik ilişkileri iklim krizinde de kendini göstermektedir.

İklim adaletçileri, öncelikle radikal düzenlemelerle bu eşitziliği ortadan kaldırmak ve yeni bir toplumsal iktisadi düzen inşa etmekle işe başlamak gerektiğini söylüyorlar.

Vandana Shiva’nın ifadesiyle dünya nüfusunun %1’ini zenginleştirdikçe zenginleştiren ancak doğal kaynakları da tükettikçe tüketen, ekosistemleri, canlı türlerini yok eden, küresel ısınmaya ve iklim krizine yol açan küresel kapitalizmin tekelci, totaliter, tektipçi, dışlayıcı, sömürücü düzeninden kurtulmak gerekmektedir.

Kriz üretmek ve çıkardığı krizlerden yeni fırsatlar doğurmak kapitalist bilincin 250 yıldır sürekli yaptığı şey. Görünen o ki, dünya kapitalizmi, kendisinin neden olduğu iklim krizini, ideolojisinin motor gücü olan “kâr maksimizasyon”u fikrinden vazgeçmeden çözmek niyetinde değil.

Küresel kapitalizmin aktörleri, radikal önlemler alınmaz ve küresel ısınma artışı bu şekilde devam ederse 50 yıl sonra dünyada kapitalist düzenin de, kapitalistin de kalmayacağını, dünyanın bu sefer insan kaynaklı olan altıncı yok oluş sürecine doğru gittiğini de gayet iyi biliyorlar.

Hatta herkesten çok daha önce biliyorlardı.

Aslında 1950’li yıllardan bu yana, iklim düşmanı bazı şirketlerin ve devletlerin özel raporlarında karbon ile atmosfer ısısı arasında bağlantı olduğu ve karbon miktarı arttıkça sarsıcı iklim olaylarının olabileceği tespit edilmişti.

Ancak karbon yüklü şirketlerin büyük günahlarını deşifre eden bu tespitler hızlı bir şekilde sümen altı edildi; kamuoyundan uzak tutuldu ve bu konuda oluşabilecek duyarlılıkların şirketlerin kâr maksimizasyonuna engel teşkil etmemesi sağlandı.

Yani karbon, metan gibi sera gazları ile küresel ısınma arasındaki bağlantı yıllarca insanlıktan saklandı.

Başta ABD olmak üzere büyük devletler ve küresel şirketler, 1990’lı yıllardan bu yana küresel düzlemde tartışılan küresel ısınma ve iklim krizini uzun süre inkâr yolunu seçtiler,

iklim değişikliklerinin doğal bir süreç olduğu propagandasını yoğun bir şekilde yürüttüler. Gerektiğinde bilim ve akademiyi de kullandılar, kendi fikrilerini destekleyen sözde bilimsel çalışmaları fonladılar (akademik kapitalizm), merceğin kendi üzerlerine gelmesini engellemeye çalıştılar.

Ancak, küresel ısınmanın yarattığı etkiler o kadar hissedilmeye başlandı ki, kriz o kadar geliyorum dedi ki, insanlığın bir iklim krizi sarmalı içrisinde olduğunu kabullenmek zorunda kaldılar.

Ancak yine de günahlarının bedelini ödemek niyetinde değiller. Sorunun var olduğunu kabul etmekle birlikte çözümün yine kaptalizm dairesinde mümkün olabileceğini iddia ediyorlar.

Hatta iddia etmekle kalmayıp bu çerçevedeki politikaları “yeşil kapitalizm” veya “yeşil yeni düzen” adı altında uygulama programları başlattılar bile.

Şimdilerde sıfır karbon hedefi, yeni yeşil düzen politikalarının temeline oturtulurken dünya ekonomisinin karbon ekonomisi üzerinden yaratılacak yeni fırsatlarla büyümesi de hedeflenmektedir.

Yani iklim kriziyle mücadele etme hedefini ortaya koyarken bile huylu huyundan vazgeçmiş değil.

Dünya ticaretinin, kapitalist mantıktan asla vazgeçmeden, karbon ekonomisini içselleştirecek şekilde yeniden düzenlenmesi ve buna uygun bir rekabet düzeninin işleyebilmesi için de dünya ticaret rejiminin, pragmatik çevreci yaptırımlar ve teşviklerle işleyen, katı kurallarla sağlama alınması “yeni yeşil düzen”in temel amacı olarak nitelendirilebilir.

Yeni dönem yaklaşımlarının miladı olarak kabul edilen 2015 yılındaki Paris İklim Zirvesi’nde geleceği kurtarmak için belirlenen iklim hedefi neydi? 2050 yılına gelindiğinde atmosfer ısısını 1,5-2 derece aralığında tutabilmek, yani ısının büyük felaket sınırı olarak kabul edilen 2 dereceyi aşmasını önlemek.

Bunun için de ülkelerin bu tarihe kadar sıfır karbon hedefine ulaşılmasını sağlayacak şekilde bir yeni ekonomik düzen içinde yer almaları bekleniyor.

Kısacası dünya ekonomisi ve ticareti bu hedefe ulaşmak doğrultusunda yeniden şekilleniyor.

Kapitalizm ideolojisinden vazgeçmeden “sıfır karbon ekonomisi” üzerinden yeni yatırım biçimleri, büyüme modelleri, rekabet hukuku oluşturuluyor.

Bu yeni ekonomik düzene adapte olamayan ülkeler, şirketler ciddi vergilere, yaptırımlara, rekabet engellerine hatta bir nevi gümrük vergilerine muhatap olacaklar.

Teknolojik altyapısı, yazılım kapasitesi, insan kaynakları potansiyeli, küresel ticaret ağı, dönüşüm gücü ve üretken sermayesi yüksek olan ülkeler, şirketler şüphesiz bu süreçten kârlı çıkacaklar. Az gelişmiş ülkeler, yeni düzene uyum kapasitelerinin sınırlılığı ölçüsünde şüphesiz bu süreç sonucunda, rekabet güçleri de daha da azalacağından daha da az gelişmiş olacaklar.

Konu hakkında yazılacak çok şey var. Daha önceki bir yazımda krizin çözümünde yeşil kapitalizmden medet ummanının büyük bir gaflet olduğunu, esasında bu gidişatla yakın bir gelecekte kapitalizmin de kalmayacağını ancak kapitalist aktörlerin bu gerçeği kavrayamayacak düzeyde şizofrenik bir gerçek dışılık psikolojisi içerisinde olduklarını belirtmiştim.

Sonuç olarak özetle şunu söyleyeyim; Dünya çok ciddi bir iklim krizinin içinde ve çok büyük iklim felaketlerinin eşiğindedir. Bu krizin önlenmesi için öncelikle krizin nedeni olan kapitalist-metacı üretim ve tüketim sistemini sorgulayarak, değiştirerek işe başlamak gerekir. Buna rağmen çözüm sürecini başlatırken bile, karbon ekonomisi veya karbon piyasası adı altına yeni bir “kapitalist büyüme” modelinin dünyada yerleştirilmeye çalışılması, yani krizden fırsatlar çıkarılmaya çalışılması kapitalizmin bir çıldırısıdır.

Evet bu çervede yeni bir dünya ticaret sistemi inşa ediliyor. Bu sisteme dahil olmayan ülkelerin ciddi yaptırımlara maruz kalacağı, şirketlerin büyük vergilerle rekabet gücü kırılacağı ilan edilmiş durumda.

Ancak bütün bu girişimler iklim sorununu çözmüyor, iklim adaletsizliğini ise daha da derinleştiriyor.

Newyorklu tüketiciyi sırtında taşıyan Çorumlu çiftçinin durumunu da değiştirmiyor, değiştirmeyecek.

Bu anlamda en başta bahsettiğimiz “İklim Yasası”nın aslında bir iklim yasası değil, Türkiye’nin yeşil kapitalist yeni dünya ticaret sistemine entegre olmasını sağlamayı hedefleyen bir ticaret yasası, daha doğru bir ifadeyle “iklim ticareti yasası” olduğunu belirtmek gerekir.

Akdeniz iklim kuşağında olan ülkemizin 25-30 yıl sonra sınırlarına dayanacağı öngörülen milyonlarca “agresif” iklim göçmeniyle ilgili bir önleyici politika içermeyen, en büyük iklim sorunlarından biri olarak kabul edilen göç ile ilgili tek kelime düzenleme içermeyen bir yasa iklim yasası olabilir mi zaten?

Ayrıca iklim yasası, diğer bütün yasaları etkileyecek olan temel çerçeve yasa olarak düzenlenmeli, geniş katılımla bir bilimsel tartışma süzgecinden geçirildikten sonra, gelecekte olası iklim sorunlarını içerecek bir bütünlükte ve genişlikte olmalıdır.

İklim (Ticareti) Yasası
Yorum Yap