Artık hemen herkes fiilen, yaşayarak farkına vardı ki, dünyamız ciddi bir ekolojik kriz içerisinde. Küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleriyle kendisini hissettiren kirletilmiş bir atmosferin altında yaşıyoruz.
Isınma süreci, Sanayi Devrimi’nin başlangıç dönemi olarak kabul edilen 1700’li yılların sonunda başladı ve günümüze kadar artarak devam etti. Hali hazırda dünyamız yaklaşık 250 yıl içerisinde 1 dereceden fazla ısınmış durumda.
Çölleşme, kuraklık, selleşme, kasırga gibi çok farklı iklim felaketlerine yol açtığı gözlemlenen ısı artışı devam ediyor. Isı artışının 1,5-2 derece aralığında tutulabilmesi bile büyük bir hedef ve başarı olarak kabul ediliyor. Bu sınırın ötesine geçmesi durumunda ise dünyamız için adeta kıyamet senaryoları yazılıyor.
Küresel ısınmanın hiç de doğal değil, düpedüz “beşeri” nedenlere dayalı olarak artmakta olduğu konusunda bilimsel bir uzlaşma var. Atmosferde mutlak bir denge içerisinde bulunması gereken karbondioksit ve metan gazlarının miktarının kapitalizmin ve meta ekonomisinin dünyasallaşmasıyla birlikte giderek artmaya başlaması küresel ısınmanın başlıca nedeni olarak kabul ediliyor.
Eğer çok radikal önlemler hızlı bir şekilde alınmazsa yakın gelecekte iklim krizinin daha da derinleşeceği açık. Bu yüzden çözüm için, 1990’lı yıllardan bu yana, Birleşmiş Milletler bünyesinde iklim için uluslararası işbirliği toplantıları yapılıyor. 2015 yılında gerçekleştirilen iklim zirvesinin ardından 193 ülkenin imzasıyla yürürlüğe giren Paris İklim Sözleşmesi ile ilk defa tam olarak tehlikenin farkına varıldı. Bu zirveden sonra büyük ülkeler “sıfır karbon” hedefi doğrultusunda en azından irade beyanında bulunmaya başladılar.
Bu süreçte Avrupa Birliği, 2050 yılına kadar üretim ve tüketim sürecinde karbon kullanımını sıfıra indirme hedefini somut olarak bir program halinde uygulamaya geçirme kararı aldı. Avrupa’nın ticaretini ve Avrupa ile yapılan ticareti baştan sona yeniden düzenleyen bu program “Avrupa Yeşil Mutabakatı” olarak adlandırılıyor. Dış ticaretinin %41’ini Avrupa Birliği ile gerçekleştiren Türkiye’yi de doğrudan etkileyecek bu yeni ticaret süreci şu anda geçiş aşamasında. 2026 yılında tam olarak uygulamaya geçirilecek.
Buna benzer bazı olumlu sayılabilecek adımlar atılsa da ülkeler çözümü yine genellikle kapitalizm dairesinde aramaya çalışıyorlar. Krizin ana sorumlularından olan çok uluslu şirketler her geçen gün yeni “çevreci” projelerini pazarlıyorlar; ormanları yok eden, suları kirleten, kurutan ülkeler “yeşil yeni düzen”den bahsediyorlar; Elon Musk ve Bill Gates gibi “en zengin kapitalistler” iklim sorununu çözecek yeni teknolojilerle küresel ekonomiyi canlandıracaklarını iddia ediyorlar. Geçtiğimiz ay Azerbaycan’ın Bakû kentinde iklim sorunlarına çözüm için gerçekleştirilen COP 29’da da farklı bir yaklaşım iradesi ortaya konulamadı.
Kısacası genel olarak şirketlerin ve sanayileşmiş büyük ülkelerin çözüm tarifleri yine meta üretimin artırılması, kapitalizm anlayışı içerisinde ancak bu sefer “yeşil kapitalizm” biçiminde sunuluyor.
Yüzyıllarca para için, sermaye için sömürülen, metalaştırılarak yaralanan, lime lime doğranan doğayı kapitalizmden kurtarmak bir türlü akla gelmiyor. Hiç de yeni olmayan bu anlayış bana, alçakça bir geleneğe dayandırılarak, tecavüzcüsüyle evlendirilmek zorunda kalan kadınların dramatik durumunu hatırlatmaktadır.