Yıl 2008’di. Türkiye’nin siyasal atmosferi her zamanki gibi gerilimliydi.
ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” fırına verileli epey olmuş, hatta yanmak üzereydi.
Türkiye’yi bu projenin yemi haline getirecek 1 Mart 2003 Tezkeresi, bilinçli halkın, aydınların, siyasetçilerin kararlı bağımsızlıkçı duruşunun aynı gün Sıhhiye Meydanı’nda toplanan yüzbinlerin eylemli direnciyle birleşmesi sonucunda TBMM’de -bazı iktidar milletvekillerinin de karşı oylarıyla- reddedildi.
Atatürk’ün tam bağımsızlık ülküsü bir kez daha kazandı.
Milli iradenin ve ulusal bağımsızlığın tarihsel sembolü “millet meclisi” yine üzerine düşen görevi yapmış oldu.
2001 yılında, en azından dış politikada yeniden ulusal sola ve anti-emperyalist çizgiye dönen Ecevit pürüzünü bir takım siyasal-medyatik kumpaslarla bertaraf ettirdikten sonra Türkiye’yi çantada keklik gören ABD’de de ise bu durum büyük bir hayal kırıklığı doğurmuştu.
Sonrasında büyük bir tarihsel aşağılama, milli gurur, özgüven yıkımı projesi olduğu anlaşılan askerimizin başına çuval geçirme hadisesi yaşandı.
Ardından gelen ve bitmek tükenmek bilmeyen; Türkiye’ye, özellikle de ülkenin, memleketin anti-emperyalist, tam bağımsızlıkçı, ulusalcı, demokratik, laik yani gerçek Atatürkçü dinamiklerine yönelik ders verme, onları bertaraf etme eylemleri, projeleri.
Nihayetinde ülkenin cumhuriyetçi müesses nizamına son darbeyi de indimek için, kullanışlı Amarikancı Fetullah aparatı ile başlatılan Ergenekon-Balyoz kumpas operasyonları.
İşte Nihat Genç, esas itibariyle bu Amerikancı saldırılara karşı vatanın, memleketin son derece doğal, ekolojik, vicdani sesi olarak dik durduğu için; kumpasları, yıkım faaliyetlerini görüp hiçbir grubun, kliğin, siyasal örgütün adamı da olmadan kendi coşkulu üslubuyla tam bağımsızlık çıtasını sonuna kadar yükselttiği için Nihat Genç oldu ve günümüze kadar da bu özelliğinden, duruşundan hiçbir çıkar, mevki, para uğruna zerre kadar taviz vermedi.
Nihat Genç Amerikan emperyalizmin iç yüzünü anlattığı “Amerikan Köpekleri” kitabını tam da bu atmosfer içerisinde ve bu sürece tepki olarak yazdı.
Nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu kitabının adı anlatıyor zaten.
Yaşar Aksoy’un (kıymetli Yaşar ağbimiz) da isabetli bir şekilde belirttiği gibi, bu kitabının içerisinde yer alan Sultan Galiyev değerlendirmeleri çok önemlidir.
Bu yaklaşımı, daha önce zaten belirgin olan anti-emperyalist, “isyankâr Doğucu” özelliğinin teorik bir çerçeveye de oturmaya başladığını göstermektedir.
Türkiye’de Galiyevcilik, dürüst, vicdanlı, gerçekten vatansever milliyetçileri sol değerlerle buluşturan güvenli bir köprü olmuştur her zaman.
Bunun tersi de doğrudur: soldan Galiyev’i yakalayan yurtseverler de Galiyev tartışmalarıyla oluşan yeni iklimde “devrimci milliyetçilik”, “ulusalcılık”, hatta “demokratik Turan” kavramlarını rahatlıkla kullanmaya başlamışlardır.
Nihat Genç de bu köprüden geçerken yol üzerinde pinekleyen epey avareyi aşağıya fırlattığı gibi belirsizlik suyunda boğulmakta olan birçok genç yiğidi de köprüye çekmeyi bilmiştir.
Sonuçta Nihat Genç’in yukarıda bahsettiğim süreç içerisinde siyasal duruşunda sol milliyetçi, cumhuriyetçi bir vurgunun da oluşmaya başladığını gözlemlemek mümkündür.
Tam da bu dönemde Sultan Galiyev’in üzerine durmaya başlaması bu tezimizi kuvvetlendirmektedir. Bu önemli konu üzerine ayrı bir yazıda değinmek gerekir.
Esas anlatmak istediğim konuya gelirsek.
Daha çok sosyal demokrat, Atatürkçü, eğitim düzeyi de yüksek ailelerin yerleşmiş olduğu büyük bir semt olan Ankara Eryaman’da, benim de bir dönem yaşadığım bu yeşil, ferah, dingin kent mekânında 2008 yılında “Eryaman’ın Sesi” adıyla bir gazete çıkarılıyordu. Aylık olarak yayınlanan bu gazetede ben de önceden tanıdığım belli isimlerle söyleşiler yapıyordum.
Düzenli olarak söyleşi yaptığım isimlerden biri de Nihat Genç’ti.
Nihat Genç’in dışında Mümtaz Soysal, Sina Akşin, Anıl Çeçen, Saygı Öztürk gibi isimler de söyleşi konuğum olmuşlardı.
Yukarıda bahsettiğim koşullarda Ankara her zamankinden daha duyarlı ve tedirgindi.
Ankara’da doğup büyüyenlerin, uzun süre Ankara’da yaşayanların ve Ankara’yı bütün tarihiyle, kültürüyle, Atatürk izleriyle özümseyenlerin kendilerine biçtikleri bir misyon vardır: Cumhuriyeti ve bağımsızlığı herkesten daha çok, her şeyden daha fazla savunmak.
Bu belki de Ankara’nın bir kasaba mekânı iken bağımsızlık karagahı olmasından sonra adeta yeniden inşa edilmesi ve Ankara’nın inşaısıyla yeni bir ulusun inşasının aynı mekân-zaman içerisinde gerçekleşmiş olmasındandır.
Yani yok edilmekte olan Türk milletinin yeniden doğuşu ile başkent Ankara’nın bağımsız bir Türk kenti olarak yeniden devrimci bir anlayışla inşa edilmesi birlikte gerçekleşmiştir.
O yüzden Ankara Cumhuriyet’in örnek şehridir, bağımsızlığın sembolüdür.
Köken olarak Trabzonlu olsa da ve Karadenizlilik özelliği bütün coşkusunda, duyarlılığında, asabiyetinde, cesurluğunda kendisini gösterse de Nihat Genç, öte yandan, bütün devrimci mirasını, kültürünü iliklerine taşımış bilinçli bir Ankaralı’dır.
Ankara’nın bütün caddelerinde, sokaklarında, kaldırımlarında izi, bütün duyarlılıklalrında, tepkilerinde, tartışmalarında payı vardır.
Ankara’nın bu vampir tüketicilik döneminde varlığını sürdürebilen kahvehaneleri, köşe çaycıları hâlâ onun hararetle anlattığı hikâyelerin tınısını duvarlarında taşır.
Şöyle söyleyelim; sonuçta ortalama bir edebiyatçıdan veya yazardan çok daha meşhur bir kişidir Nihat Genç. Ama onunla lüks bir otelin lobisinde veya bir rezidansın toplantı salonunda görüşemezsiniz.
Kim olursanız olun onunla görüşeceğiniz yer Ankara sokaklarıdır; herkesin girebildiği kahvehaneler, lokaller, çaycılardır.
Onu Konur Sokağı’nın köşesindeki bir bahçe duvarında oturmuş sigara içerken veya Karanfil Sokağı’nın, Yüksel Caddesi’nin bir yerlerindeki bir kahvehanede pişpirik oynarken veya dar hasır sandelyede oturup hararetle tartışma yürüttüğü sokak çaycısında çay içerken bulabilirsiniz.
Tabiri caizse o bir sokak edebiyatçısıdır, sokak yazarıdır, sokak aydınıdır.
Onunla 2008 yılında Eryaman Gazetesi için yapmış olduğum söyleşilerden bahsediyordum.
O sıralarda bütün bu gerilimli ortamdaki tartışmalardan biri de Ankara’nın amblemi konusuydu.
Ankara’nın Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek olduktan sonra şehrin “Hitit Güneşi” olan amblemi değiştirilmiş yerine Ankara’nın tarihsel devrimci kimliğine hiç uymayan, sıradan bir amblem kabul edilmişti. Ankaralı bu amblemi hiç benimseyemedi.
O yıl (2008) amblem ile ilgili olarak çok önceden açılmış olan iptal davası sonuçlandı ve o içeriği basit amblem mahkeme yoluyla resmi olarak yürürlükten kaldırıldı.
Gerçi mahkeme kararına uyulması gibi “ilkel demokratik” anlayış söz konusu bile değildi ama yine de konu tartışılıyordu.
Bir kısım duyarlı Ankaralılar eski amblemin yeniden kabul edilmesi gerektiğini ısrarla savunurken Nihat Genç de tartışmaya katıldı ve Eryaman Gazetesi için yapmış olduğumuz söyleşide çok daha çarpıcı bir fikir öne sürdü.
Nihat Genç’e göre Ankara’nın şehir amblemi “kuvvacı kalpağı” olmalıydı.

Eryaman gazetesinin 2008 yılı Eylül sayısında Nihat Genç ile yapmış olduğumuz söyleşideki ifadelerden bir kısmı şöyle:
“…Ankara’nın şöhret olmuş çeşitli değerleri vardır: Hüseyin Gazi’si, Hacı Bayram’ı, kırk ikindileri, tiftiği…Fakat bütün bunların ötesinde Ankara’nın en büyük özelliği emperyalistelere karşı verilen bağımsızlık savaşımıza merkez olması ve Meclis’in burada kurulmuş bulunmasıdır. Meclis’in ilk yıllarındaki oturumlara bakın Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hepsi kuvvacı kalpağı takıyorlardı. Bu yüzden Ankara’ya yakışacak en iyi amblem kuvvacı kalpağıdır. Ne kadar çirkin olursa olsun; ne kadar betonlarla çevrili olursa olsun; komşu ülkelerin bütün başkentlerinden daha perişan da olsa Ankara’nın bütün dünya şehirleri içerisinde bir üstünlüğü vardır. O da; en zor şartlarda, en yoksul haldeyken emperyalizme karşı bir direniş örgütlemesi, Meclisi’in burada kurulması, düşmanı yurdumuzdan kovacak bir harekâtın burada planlanaması ve bağısmız bir devletin burada inşa edilmesidir. İlk defa nizami ordu da burada kurulmuştur. Yani Ankara, nizami orduyu kurmuş, Meclisi kurmuş, bağımsızlık savaşını örgütlemiş, direnmiş ve kazanmış. Bu yüzden Ankara’nın bütün bu özelliklerinin sembolü olarak ortasında -uçları yukarıya doğru uzanan-hilal (yıldız) olan kuvvacı kalpağının Ankara’nın amblemi olması gerektiğini düşünüyor ve bütün duyarlı Ankaralıları bunun mücadelesini vermeye davet ediyorum.”
Nihat Genç’in hararetle savunduğu bu “kuvvacı kalpak” önerisini duyunca Attilâ İlhan’ın, daha sonra kitabının da ismi olan, Cumhuriyet gazetesindeki “Yıldız, Hilâl ve Kalpak” başlıklı yazısı aklıma gelmişti.
Attilâ İlhan da burada yıldız, hilâl ve kalpak sözcüklerinden yola çıkarak bir devrimci ittifak gerekliliğini dile getirmişti.
Yıldız, “emek misak-ı millisi”ni yani devrimci ulusalcı solu simgeliyordu; tıpkı Sultan Galiyev gibi, Mustafa Suphi veya Mehmet Aybar gibi. Hilâl, devrimci anti-emperyalist İslâmı simgeliyordu; tıpkı Mehmet Akif gibi. Kalpak ise Kemalizmi, kuvvacıları, devrimci milliyetçileri, Mustafa Kemal Atatürk’ü simgeliyordu.
Yıldız, hilâl, kalpak… Emperyalizme karşı mücadelede başarılı olabilecek yegane ittifaktı Attilâ İlhan’a göre.
Nihat Genç’in önerisi de bağımsızlığın kalesi olan Ankara’nın ambelimin hilâlli yıldızlı kuvvacı kalpağı olmasıydı.
Esasında Nihat Genç de Attila İlhan’ın ve yoldaşlarının yıllar yıllar içinde inşa ettikleri o köprüden geçiyordu. Hem de sırtında o köprüyü daha da sağlamlaştıracak yığınla tuğla, demir, çimeto taşıyarak.
Nihat Genç’in Ankara’nın ambleminin kuvvacı kalpağı olması önerisinin basit bir kent estetiği konusu olamdığı herhalde anlaşılmaktadır.
Nihat Genç, ülkeye, memlekete, yani vatana yönelik onca saldırı tehdidi varken başkent Ankara’nın bağımsızlıkçı kişiliğinin her zaman hafızlarda tutulması gerektiğini düşünmüştür.
Elbette o zaman Nihat Genç’in önerisi hiç dikkate alınmadı, hatta tartışılmadı bile.
Belki bu fikrini sadece Eryaman Gazetesi gibi çok yerel bir ölçekte dile getirmeyip ulusal düzeyde bir mecrada ısrarla savunsaydı, en azından tartışmaya açılabilirdi.
Bence çok da üstelemedi. Çünkü Atatürk cumhuriyeti, ulusalcılık, kuvvacılık Amerikancı-Fetullahçı kumpas operasyonlarıyla öyle bir baskı altında tutuluyordu ki..
Ankara elden gidiyordu, Ankara’nın amblemi en son üzerinde durulacak meseleydi.
Yalnız kuvvacı Nihat genç, bu saldırılar karşısında göğsünü siper etmişti bile.
Şimdi, bu satırların yazıldığı sırada Nihat Genç, ölüm döşeğinde. Hiç yakışmıyor ama maalesef öyle
Bu toprakların sesi diye bir laf vardır ya, biraz klişedir, bir de yerli yersiz kullanılır.
Nihat Genç işte gerçekten bu toprakların sesi.
Ülkenin maddi, manevi her değeriyle bir ilişki kurmuştur.
Ama yaşayarak, ama gözleyerek, ama okuyarak, ama muhabbet içerisinde, ama derin tefekküre dalarak. Muhakkak sahici bir bağı vardır memleketle, memleketin insanıyla.
Dikkat ederseniz ben de ülkeyle başladım, memlekete döndüm.
Ülke sözcüğü daha bir resmi ilişki biçimini çağrıştırıyor; kurumlar, yasalar, yapılar; memleket ise daha sıcak, samimi, insanı, doğayı, kültürü gören bir ifade.
Nazım Hikmet de “memleketim, memleketim!” diye haykırmıyor muydu özlemini?
Nihat Genç’in ruhu, coşkusu, hesaplaşması memleket tabirine daha uygun sanki.
Ülkenin ve memleketin birleşimi vatan oluyor.
Yöneticilerine ve yönetilenlerine en sert eleştirileri yapsa da ülkesine de memleketine de toz kondurmaz büyük bir vatansever Nihat Genç.
Nihat Genç’in siyasal ideolojisini tek kelimeyle özetleyin diye sorsalar “bağımsızlık” derim.
Onun karakteri de yaşam biçimi de tepkileri ve haykırışları da eninde sonunda bir noktaya varıyordu: Bağımsızlık.
Amerikan karşıtlığı; Avrupa Birliği eleştirileri; Ermeni soykırımı iddialarına karşı verdiği sert tepkiler; Ortadoğu merkezli siyasal İslam tahakkümüne karşı duruşu; Atatürk’e ve Cumhuriyete’ye yönelik saldırıları beretaraf etme çabaları; özelleştirmelere, kapitalist yayılmaya, betonlaşmaya, kültürsüzleşmeye karşı direnişi; Fetullahçıların siyasal kumpaslarına karşı net duruşu, 15 Temmuz direnişindeki coşkulu alkışı; hatta belli zamanlarda iktidarı belli zamanlarda da muhalefeti desteklemesi veya yerden yere vurması hep yüreğinde alev alev yanan bağımsızlık ateşinin etkisiyle oluyor.
Bir Anadolu bozlağı havalandırır gibi yüksek haykırışları da bundan kaynaklanıyor.
Sadece siyasal görüşleri açısından değil bu durum, yaşam biçimi de bağımsız.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “bağımsızlık benim karakterimdir” sözüne tam bir uyum içinde.
Yine Atatürk gibi insanlığın “erdemli aydınlanma” birikimini de içselleştiren, yani ırkçı, şovenist, dışlayıcı olmayan bir benlik duygusu ile örülmüş bir devrimci milliyetçilik anlayışı var.
O yüzden başta Atatürk olmak üzere bu ülkenin bağımsızlık savaşında izi olanların dışında hiç kimseye minnet duymuyor,
Mevki, statü, para, mal, mülk, şöhret umurunda değil.
Kendi özgürlüğünü, bağımsız duruşunu etkileyecek hiç bir şeye ve insana da eyvallahı yok.
Belki o yüzden her şeyi rahatlıkla en yüksek perdeden söyleyebiliyor, belki o yüzden bir gariban gibi de görünebiliyor.
Yanlış düşünceleri, değerlendirmeleri ve hatta haksız ithamları da var mıdır, elbette vardır.
Nihat Genç’i sevenler, zaman zaman onunla ilgili şunu söylemişlerdir: Keşke bunu demesyedi, keşke şuna laf etmeseydi, keşke şunu desteklemeseydi…
Çünkü Nihat Genç, bağımsız bir aydın.
Hiç kimseye, partiye, harekete ne ebedi bir bağlılığı ne de düşmanlığı olabilir. Tek vazgeçilmez kriteri vardır. Ülkenin, memleketin, yani vatanın bağımsızlığı.
Bağımsızlık için tehdit olarak algıladığı kişileri, zümreleri, cemaatleri, hareketleri tereddütsüz ve korkusuzca karşısına alır ve onlarla savaşır.
Elbettte nihayetinde o yüksek duyguları, coşkuları olan bir sanatçıdır.
Her ne kadar entelektüel birkimi ve bilgeliği güçlü olsa da bilim insanı veya realist politikacı değildir, sanat coşkusu yüksek olan bir edebiyatçıdır.
Bilimsel soğukkanlılıktan ziyade sezgisel coşku onda ağır basar.
Bu yüzden söylediklerinin ve yazdıklarının tamamında maddi doğruluk aramak yerine içeriğindeki bilgece edebi anlam derinliğine odaklanmak gerekir.
Aslında bu bütün sanatçılar için geçerlidir.
Nihat Genç gibi yüreği alev topu gibi vatan aşkı ile yanan bir edebiyatçı için bu daha da doğrudur.
Nihat Genç o yıllarda Ankara için “kuvvacı kalpağı” önerisini gündeme getirirken elbette böylece bir mesaj verilmesini istiyordu.
Başkent Ankara’nın kent kişiliğinin en önemli unsuru olan “bağımsızlık mekânı” olma vasfının sürekli hatırlanmasını sağlamak ve kuvvacı birlikteliğinin gerektiğinde her zaman harekete geçmeye hazır olduğunu ifade etmek şeklinde özetlenebilecek bu mesajı yeniden hatırlatmak için çok uygun bir zaman içerisinde olduğumuzu düşünüyorum.
İç cepheyi tahkim etmeye buradan başlanabilir.
Nihat Genç, ölümle mücadele ederken onun bu vatansever-cumhuriyetçi fikrinin değer gördüğünü hissetmesi herhalde ona bu savaşında güç ve enerji verecektir.
Allahtan Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin başında şu anda Mansur Yavaş gibi duyarlı bir insan bulunuyor.
Bu öneriyi gündeme almak ve gerçekleştirmek büyük vatansever Nihat Genç’e olan vefa borcunun bir ölçüde yerine getirilmesi anlamını taşıyacaktır.
Bunun gerçekleşmesi ayrıca, talan edilmiş ve kuruluş vasfından uzaklaşmış Ankara’dan özür dilemek olacaktır.