Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dört maddesi aşağıdaki gibidir:
“Birinci madde; Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
İkinci madde; Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Üçüncü madde; Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.
Dördüncü madde; Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”
Herhalde bir araştırma yapılsa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının en az yüzde 90’ı bu maddelere bağlı olduğunu beyan edecektir.
Bu, sadece Türk siyasi tarihine ve kültürüne olabildiğince vakıf birinin sezgisel yorumu değil.
Türkiye’de doğrudan doğruya böyle bir soru üzerinden araştırma yapıldı mı, bilmiyorum. Ama Türk halkının siyasi eğilimleriyle ilgili yapılan onlarca araştırma sonucundan da mantıksal karşılaştırma ile böyle bir sonuç çıkarabiliriz.
Peki buna rağmen niye korkuyoruz?
Çünkü siyasi tarihimizde halkın büyük çoğunluğunun tasvip etmediği kararlara, uygulamalara, darbelere, hukuksuzluklara, acımasızlıklara çok sık rastlandığını biliyoruz da ondan.
Bazı eğilimler, egemen veya hegemonik birçok aracın akıl almaz manevralarıyla halkın düşüncesini de hiçe sayarak geliştirilebilir. Eğer uyanık olunmazsa başarıya da ulaştırılabilir.
Bu yüzden Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine sahip çıkmak ve tam düşünce özgürlüğüne sonuna kadar eyvallah derken ekseriyetin kurucu ilkeleri savunduğunu da her zaman akıllarda tutmak gerekir.
Hiç unutmuyorum, 1990’lı yılların başları.
12 Eylül faşizan döneminin soğuk yüzü yavaş yavaş kaybolmaya başlamış.
Siyasal yasakların çoğu -neo-liberal Özal iktidarının bütün karşı çıkmalarına rağmen- halk oyuyla kaldırılmış.
Yıllarca yürütülen şiddetli baskılara rağmen seksenli yılların sonunda yükselen sendikal harekete eşlik eden -kısa sürede sönümlenecek olan- sosyal demokrat bir canlanma var.
Solun potansiyel tabanına güçlü bir şekilde hitap ederek yükselen Milli Görüş Hareketi de yerel ve merkezi iktidara doğru adım adım ilerlemekte.
Bununla birlikte Doğu Bloku’nun yıkılması sonrasında iyice küstahlaşan kapitalizmin dünyaya yayılmasını kolaylaştıran yeni hegemonik söylemler bir zehirli bulut gibi ülkelerin siyasal atmosferinde dolaştırılıyor.
Ulus devlet karşıtlığı gibi, kimlikçilik-etnikçilik gibi, cemaatçilik gibi, “sosyalizm öldü’” yaygaraları gibi, küreselleşme gibi.
Değişen dünya konjonktürürnün ülkede yansımaları fazlasıyla var.
Ancak görece daha demokratik bir tatışma zemini de kendisini gösteriyor.
İşte o zamanlarda, o zamanki adıyla Gazi Ünivresitesi Kamu Yönetimi bölümünün yeni yetme (birinci sınıf) öğrencisiydim.
Başlangıç derslerimizden biri de Anayasa Hukuku’ydu.
Hocamız anayasanın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerinden bahsediyordu.
Hepimizin elinde anayasa kitapçığı vardı ve onu didik didik inceliyorduk.
Hoca, ilk üç maddenin değiştirilemeyeceği hükmünün dördüncü maddede yer aldığını söyledi.
Bu maddelerin Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi, tartışılmayacak kırmızı çizgisi olduğunu anlattı.
Tam o sırada, maddeleri okurken aklıma bir şey takıldı ve coşkulu Kemalist duyarlılığımla el kaldırarak hemen söz istedim.
Hocam dedim; “dördüncü maddeye baktığımızda ilk üç maddenin değiştirilmeyeceği hükmü var. Ancak dördüncü maddenin değişitirilemeyeceği hükmü yok. Ya dördüncü madde değiştirilirse. Burada bir açık yok mu?”
Belki 18 yaşın heyecanıyla bu kadar düzgün bir cümle kuramamış olabilirim.
Ama söylemek istediğim buydu.
Hocanın verdiği cevap şöyle oldu: “Buna hukuk cinliği denir. Kimse bu maddeyi böyle yorumlamaz, buna cesaret edemez.”
Aslında tatmin olmamıştım. Anayasa yapıcıları neden bunu aklına getirmemişti ki?
Çok basit bir mantıktı halbuki.
Acaba kasıtlı olarak mı böyle bir açık bırakılmıştı?
Amerikancı 12 Eylül darbecilerinden her türlü hinlik beklenirdi.
Bu süreçte Anayasa defalarca değiştirildi.
İlk üç maddenin değiştirilmesi gerektiğini söyleyen cumhuriyet, ulus-devlet, laiklik karşıtı fikirler de etkin bir şekilde kendisini her seferinde gösterdi.
Aslında hepsinin umudu korumasız dördüncü maddeyi değiştirmekti.
Akıllarınca bu şekilde değişiklik olursa Anayasa’ya aykırı bir durum da olmayacaktı.
Bunu açık açık dile getirip ilk üç maddeyi değil, dördüncü maddeyi değiştirelim diyerek hukuk cinliği yapmaya çalışanlar bile oldu.
Ancak ilginç olan şu ki, cumhuriyet duyarlılığı olduğunu hararetle söyleyen vekillerin çoğunlukta olduğu dönemlerde dahi anayasa değişikliği paketi gerçekleştirilirken hiç kimsenin aklına şu dördüncü maddeyi kavileştirelim, açığı kapatalım, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez anayasa maddelerine dördüncü maddenin kendisini de ekleyelim fikri gelmedi.
Şu anda “terörsüz Türkiye” adı verilen yeni bir “uzlaşı” dönemine girilmiş durumda.
Terör örgütü lideri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısına olumlu yanıt vererek terör örgütünün şartsız-koşulsuz silah bırakacağını ve örgütün kendisini feshedeceğini beyan etti ve bu doğrultuda çeşitli adımlar atıldı.
Nihayetinde sorunun kesin çözüme kavuşturulması için Meclis bünyesinde bir komisyon oluşturuldu.
Süreci herkes biliyor.
Söylenecek çok şey var ama şimdilik oraya takılmıyorum.
Yani, “hani şartsız-koşulsuzdu, o zaman bu komisyon nereden çıktı?” demek istemiyorum.
Neden Türk kimliği, resmi dil, vatandaşlık, adem-i merkeziyetçilik gibi hassas kavramlar yine konuşulmaya başladı? diye de sormak istemiyorum.
Bu komisyona katılan bütün vekillerin “kayıtsız-koşulsuz barış” söyleminde samimi olduklarını varsayarak vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunu rahatlatacak bir adım atmalarını bekliyorum.
Bu adım atılırsa, komisyona olan güvensizlik duygusu azalacaktır.
Bu konuda tereddüt gösteren vekiller ise samimiyet testinde sınıfta kalacaklardır.
Peki bu adım nedir? Anlaşılmıştır zaten, çok basit.
Anayasa’nın 4.maddesini de “değiştirilemez ve değişitilmesi teklif dahi edilemez” maddeler arasına katacak küçük bir anayasa değişikliği yapılsın.
Komisyon’a katılan partilerin vekil sayısı fazlasıyla yetiyor bu değişikliği hemen yapmaya.
Komisyon çalışmalarıyla illgili kaygı duyan büyük halk kitlelerini tedirginlik ve endişeden kurtaracak en etkili yol budur.
Bu, aynı zamanda üzüm yemek yerine bağcıyı dövmek amacıyla hareket edenleri de deşifre ederek, gerçek barışın yolunu açacaktır.
Basit ama çok etkili bir sınav.
Anayasa’nın 4.maddesine “4’ncü madde hükümleri” ibaresi eklenecek.
Yapılacak değişiklik sadece bu.
Samimiyetinize herkesin inanmasını istiyorsanız ilk adımınız böyle olmalı.
Var mısınız?
