İstanbul KüçükÇiftlik Park’ta sahne alan Manifest Grubu üyeleri, verdikleri ilk “+18” konserinde dans ettikleri ve sahne performansları nedeniyle “hayasızca hareketler” ve “teşhircilik” suçlamasıyla hakim karşısına çıkarıldılar. Mina Solak, Esin Bahat, Zeynep Sude Oktay, Lidya Pınar, Sueda Uluca ve Emine Hilal Yelekçi… Altı genç kadın. Adli kontrolle serbest bırakıldılar.
Bir konser… Müzik, dans, sahne performansı… Normal bir ülkede kültür ve sanat diye adlandırılacak bir şey, bizde suç dosyasına dönüştü. Kadınların bedeni bir kez daha siyasetin ve yargının hedefinde.
Savcılık, bu davayla aslında tüm kadınlara mesaj veriyor: “Sahnede olma, sokakta olma, görünme, sus.” Çünkü yıllardır aynı şeyi söylüyorlar: “Kadın kahkaha atmasın, hamileyken dışarı çıkmasın, erkekle eşit olmasın.” Bugün de sahnede dans eden kadınlara “teşhirci” diyorlar. Yarın parklarda spor yapan kadına, öbür gün sokakta yürüyene aynı yaftayı yapıştıracaklar.
Sanırım giysiler de delil diye torbalara girmiş. Bu trajedinin en ironik yanı işte bu. Kadınların kıyafeti suç kanıtı oluyor ama yolsuzluk dosyalarındaki çantalar delil sayılmıyor, çetelerle verilen pozlar suç dosyası olmuyor. Elbiseyi torbalara koyarak sanıyorlar ki kadını da torbaya sığdıracaklar.
Ama ne kahkahalar ne danslar ne de özgürlük torbalara sığar. Gerçek hayasızlık, kadınların sahnedeki varlığında değil; adaletin çarpıklığında, siyasetin ikiyüzlülüğünde, yargının ahlak sopasıyla toplumu hizaya sokma çabasında gizli.
Ve bu ülkenin gerçek haysiyeti, kadınların sahnede, sokakta, yaşamın her alanında özgürce var olmasında yükselecek.
