“Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar. “
Diye tanımlar Ortadoğu insanını Amin Maalouf
Yangın merdivensiz bir otel düşünebilir misiniz?
Ya da bir otelde kalırken, “Bu otelin yangın merdiveni var mı?” diye sormak zorunda kalmayı…
Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir trene binerken, “Bu raylar bakımlı mı?” diye aklınızdan geçer mi?
Bir restoranda içtiğiniz içkinin sahte olup olmadığını,
Bir düğünde eğlenirken bir kurşunun sizi hayattan koparıp koparmayacağını düşünmek zorunda kalır mısınız?
Ama burada, evet, zorundayız.
Burada yaşamak, her adımda tetikte olmak demek.
Güzel bir günde, sokakta yürürken başımıza düşen bir tabela…
Yanından geçip gittiğimiz bir kadının eski kocasının bıçak darbeleriyle yere yığılması…
Bembeyaz karlar altında tatil hayalleri kurarken ciğerlerimize dolan siyah duman…
Trafik ışığında beklerken üzerimize savrulan bir araç…
Ve biz, her gün yeni bir felaketin gölgesinde yaşamak zorunda bırakılıyoruz.
Oysa güven dediğimiz şey, nefes almak kadar doğal olmalıydı.
Bir düğünde özgürce dans etmek,
Bir trene rahatça binmek,
Bir restoranda içtiğin içkinin yalnızca keyif vermesi gerektiğini bilmek…
Ama burada yaşamak, sadece nefes almak değil; sürekli tetikte durmak, sürekli sorgulamak demek.
Bu şehirde bir sokakta yürürken başını kaldırıp tabelalara bakmak,
Bir dükkânda aldığın içkinin sahte olup olmadığını düşünmek zorunda kalmak,
Sıradan bir günde eve sağ dönebilmenin şansa bağlı olduğunu bilmek…
Bizler, ölüme alıştık belki ama yaşamayı hâlâ öğrenemedik.
Her seferinde aynı sözler, aynı bahaneler…
“İhmaller zinciri…”
“Bu son olsun…”
“Allah rahmet eylesin…”
Ama hiçbir şey değişmiyor.
Çünkü unutmayı öğrendik.
Her felaketin ardından birkaç gün süren öfke, birkaç hafta süren tartışmalar…
Sonra her şey eski haline dönüyor.
Ta ki yeni bir felaket kapımızı çalana kadar.
Oysa yaşamak bu kadar zor olmamalıydı.
Bir çocuğun sokakta özgürce koşabilmesi,
Bir kadının korkusuzca yürüyebilmesi,
Bir insanın, sıradan bir günün sonunda eve sağ salim dönebilmesi bu kadar zor olmamalıydı.
Ama sabah yine oluyor.
Güneş, bu defa daha solgun doğuyor belki.
Bir çocuk sokakta oynuyor,
Bir yerde çay demleniyor,
İnsanlar birbirine iyi günler dilemeye devam ediyor.
Ve biz, her şeye rağmen yaşamaya çalışıyoruz.
Ama içimizde hep aynı soruyla:
Bu ülkede gerçekten yaşıyor muyuz, yoksa sadece ölmeyi mi bekliyoruz?