İstanbul… Taş sokaklarında tarihin yankılandığı, Boğaz’ın serin mavisinde yaşamın bir nefes gibi aktığı, her köşesinde farklı bir hikâyeyi fısıldayan eşsiz bir şehir. Ancak bu hikâyelerin en sessiz anlatıcıları kedilerdir. İstanbul’un kedileri, yalnızca sokakların bir parçası değil, bu şehrin ruhunu ve kimliğini tamamlayan canlı metaforlardır. Onlar, hem geçmişten bugüne halkın dostu olmuş hem de sanatın ve edebiyatın vazgeçilmez ilham kaynakları arasında yer almıştır.
Tarih boyunca İstanbul kedileri, şehrin günlük yaşamında önemli bir yere sahip olmuştur. Osmanlı döneminde camilerde farelerden korunmak için beslenen kediler, kutsal bir görevle özdeşleştirilmiş ve halk arasında büyük bir sevgiyle karşılanmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, İstanbul’un sokaklarında dolaşan kedilerden ve onlara duyulan sevgiden övgüyle bahseder. Bu sevgi, kedilere adanmış vakıfların kurulmasına ve sokak hayvanları için özel barınaklar yapılmasına kadar uzanmıştır. Günümüzde de bu gelenek devam etmektedir. İstanbul’un sokak kedileri, Kadıköy ve Beşiktaş gibi ilçelerde, belediyelerin ve gönüllülerin çabalarıyla korunmakta ve beslenmektedir. Bu kediler, İstanbul’un taş sokaklarında sessizce süzülürken, şehrin gündelik hayatının vazgeçilmez bir parçası olmaya devam ediyor.
Ancak kediler, yalnızca bu şehrin taş sokaklarında değil, sanatında ve edebiyatında da iz bırakmıştır. Polonyalı ressam Marek Brzozowski, eserlerinde kedilere yer vererek onların fantastik ve gerçeküstü dünyasını yorumlarken, Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun kedileri, mizahi ve derin bir anlatımla uluslararası sanat sahnesine taşınmıştır. Ekşioğlu’nun The New Yorker kapaklarında yer alan kedileri, onların evrensel bir sanat sembolü olduğunu gösterir. Selçuk Demirel ise Başka Kediler ve Kâğıttan Kediler gibi eserlerinde kedileri birer metafor olarak ele alır ve onları başka bir dünyanın sakinleri gibi resmeder.
Kediler, edebiyatta da derin izler bırakmıştır. Nâzım Hikmet’in “Masalların Masalı” adlı şiirinde kediler, çınar ve güneşle birlikte yaşam döngüsünün bir parçası olarak anlatılır:
“Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.”
Sait Faik Abasıyanık ise kedilerin Boğaz’daki varlığını şöyle ifade eder:
“Bir kedi, bir vapurun rüzgârına karşı oturmuş, Boğaz’ın serinliğini dinliyordu. Şehir, o an kediyle Boğaz arasında bir rüya gibiydi.”
Pablo Neruda’nın “Kediye Türkü” adlı şiirinde ise kedilerin doğasındaki zarafet ve bağımsızlık şu sözlerle dile getirilir:
“Ama kedi
kedi olmaktan başka bir şey istemez,
her kedi katıksız kedidir,
bıyıklarından kuyruğuna kadar,
gece vaktinden, altın gözlerine kadar.”
Edebiyat ve sanat dünyasında kedilerin böylesine derin bir yere sahip olması rastlantı değildir. İstanbul kedileri, Boğaz’ın rüzgârıyla, taş sokakların sessizliğiyle ve martıların çığlıklarıyla bütünleşir. Bir balıkçının sandalında payını bekleyen ya da bir kafede masanıza usulca yanaşan bir kedi, İstanbul’un hem sıcak hem de zamansız ruhunu yansıtır. Moda sahilinde bir kediyle göz göze geldiğinizde, onun altın gözlerinde bu şehrin tarihini, karmaşasını ve güzelliğini görebilirsiniz.
Eğer bir kedi olsaydınız, İstanbul’u nasıl görürdünüz? Belki martıların dans ettiği gökyüzünü, belki Boğaz’ın derin sularında süzülen vapurları ya da Karaköy’ün taş sokaklarında kalabalığın içinde kaybolan zamanı fark ederdiniz. Kediler, bu şehrin tanıklarıdır; sessizce izler, ama derin bir şekilde anlarlar.
Bir gün Boğaz kıyısında bir bankta oturup yanınıza gelen bir kediyi izlerseniz, onun altın gözlerinde bu şehrin binlerce yıllık hikâyesini görürsünüz. Çünkü İstanbul, kedileriyle yaşayan bir başyapıttır. Her kedi, bu şehrin bir parçasıdır; sessiz ama derin izler bırakan küçük filozoflar olarak İstanbul’un hikâyesini anlatmaya devam ederler.
İstanbul’u anlamak istiyorsanız, kedilerini izleyin. Çünkü kediler olmadan bu şehir eksik kalır. Onlar, Boğaz’ın mavisini, taş sokakların hikâyelerini ve camilerin gölgesindeki huzuru tamamlayan en zarif ayrıntılardır. İstanbul, kedileriyle yaşayan bir başyapıttır ve her kedi, bu eserin bir parçasıdır.