Güven Baykan
  1. Haberler
  2. Feud: Capote vs. The Swans – İhanetin Kalemle Yazıldığı Hikâye

Feud: Capote vs. The Swans – İhanetin Kalemle Yazıldığı Hikâye

Edebiyat, yalnızca sözcüklerden ibaret değildir; bazen bir topluluğu, bir dönemi ve hatta bir insanın yükselişini ve çöküşünü de içinde barındırır. Truman Capote’nin sosyetenin en parlak kadınlarına duyduğu hayranlık, bir noktada en büyük ihanetine dönüştü. Ryan Murphy’nin “Feud: Capote vs. The Swans” dizisi, bu çarpıcı hikâyeyi ustalıkla ele alıyor ve izleyiciyi aldatıcı bir ihtişamın, acımasız gerçeklerin ve edebi intiharın tam ortasına bırakıyor.

Ryan Murphy, dramatik anlatının sınırlarını zorlamayı sürdürüyor ve “Feud” serisinin yeni sezonu “Capote vs. The Swans” ile bu kez, edebiyatın ve sosyetenin kesişim noktasındaki en büyük kırılmalardan birini ekrana taşıyor. Truman Capote’nin kendine has gözlem yeteneği, onu modern toplumun en zeki yazarlarından biri yapmıştı. Ancak o, kelimelerle yarattığı dünyada yalnızca övgüleri değil, ihanetin acı sonuçlarını da tattı.
Dizinin merkezinde, 1975’te Esquire dergisinde yayımlanan ve Capote’nin yarım kalmış romanı “Unanswered Prayers”dan bir bölüm yer alıyor. Bu kısa ama sarsıcı anlatı, dönemin en güçlü ve sofistike kadınlarının – Babe Paley, Slim Keith, Gloria Guinness ve diğerlerinin – gerçek yaşamlarını, en mahrem sırlarını edebi bir silaha dönüştürerek kamuoyunun gözleri önüne serdi. Bu, sanatın gerçeği mi, yoksa arkadaşlığa ihaneti mi? Murphy’nin anlatımı, izleyiciyi tam da bu sorunun ortasına yerleştiriyor; Capote’nin kendi yarattığı hikâyede kurban mı yoksa zalim mi olduğu sorusu her sahnede yankılanıyor.

Jon Robin Baitz’in kaleme aldığı senaryo, yalnızca üst düzey bir çevrede yaşanan dramatik bir ayrılığı değil, 20. yüzyılın en parlak figürlerinden birinin kaçınılmaz düşüşünü de titizlikle işliyor. Capote, yeteneğiyle sosyeteye sızmış, orada kabul görmüş ve sonra kendi elleriyle inşa ettiği bu krallıktan sürgün edilmişti. Alkol ve depresyonun girdabında kaybolurken, bir zamanlar onun ruhunu besleyen çevre şimdi ona sırt çevirmişti. Bir yazarın yaratıcı dehasının kendi sosyal intiharına dönüşmesini izlemek, dizinin en çarpıcı yönlerinden biri. Capote, kendisini toplumun bir parçası yapan çevreyi kalemiyle yıktı ve bu yıkımın geri dönüşü olmadığını çok geç fark etti.

Murphy’nin dehası, yalnızca dönemin gösterişli atmosferini yeniden yaratmakla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda dönemin ruhunu da kavrıyor. Kalın kürkler, incelikli couture tasarımlar ve şaşaalı baloların ardında, geride kalanların fısıltıları duyuluyor. Gösterişli maskelerin ardında korku, ihanet ve yalnızlık saklanıyor; sosyetenin parlak yüzü, aslında derin bir boşluğu yansıtıyor. Sosyete, her zaman bir kulüp gibi işlemişti ve Capote, bu kulübe ait olmadığını fark ettiğinde artık çok geçti.

“Feud: Capote vs. The Swans”, yalnızca biyografik bir anlatı değil, aynı zamanda bir dönemin çürümekte olan ahlaki dokusunun da güçlü bir yansıması. Mahremiyet, güç ve ihanet arasındaki ince çizgiyi başarıyla gözler önüne sererken, izleyiciye de şu soruyu düşündürüyor: Sanat, gerçeği ne zaman aşar ve ne zaman bir hançere dönüşür? Capote’nin kalemi, yalnızca bir anlatı aracı değil, aynı zamanda kendisini ve çevresindekileri mahveden bir silah oldu.

Feud: Capote vs. The Swans – İhanetin Kalemle Yazıldığı Hikâye
Yorum Yap