“İklim Yasası” geçtiğimiz 3 Temmuz 2025 gecesi Türkiye’nin iyice yoğunlaştırılmış gündeminin arasında, bu sefer çok da tartışmaya yol aç(a)madan Meclis’te apar topar kabul edildi.
Yasa daha önce meclis gündemine getirilmiş ve epeyce tartışılmış, eleştirilmiş ve nihayetinde askıya alınmıştı.
Ben o sıralarda yazdığım yazıda bu yasanın esasında bir iklim koruma düzenlemesinden ziyade Avrupa Yeşil Mutabakatı sürecinde yerine getirilmesi gereken bir “iklim ticareti yasası” olduğunu ifade etmiştim.
Çünkü Türkiye, 2015 Paris Antlaşması’na taraf olduktan sonra, net sıfır karbon hedefi ile yürürlüğe giren Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum kararı aldı, yeşil kalkınma stratejisini oluşturdu ve özellikle Avrupa coğrafyasında bu çerçevede oluşturulan yeni ticaret rejiminin bir parçası olmak üzere yeşil dönüşüm girişimlerine başladı.
İşte iklim yasası, yeni üretim ve ticaret rejimine uyum sağlamak için gerekli bir düzenleme.
Sadece Türkiye’de değil, birçok Avrupa ülkesinde buna benzer yasalar çıkarıldı.
Hatta Avrupa Birliği ülkelerini bağlayan bir çerçeve iklim yasası da mevcut.
Bütün bu çabalar elbette, küresel ısınmaya yol açan karbon emisyonlarını sıfıra indirerek dünyayı olası büyük iklim felaketlerinden kurtarmak için.
Ama çözüm için seçilen yol, soruna sebep olan kapitalist büyüme düzeninden vazgeçen “devrimci” bir yol değil.
Aksine kabul edilen yol; üretim sürecini ve ekonomik, ticari ilişkileri sıfır karbon hedefi doğrultusunda yeniden düzenlerken, iklim adaletsizlikleri ve yükümlülükleriyle belirlenmiş küresel/global “karbon ticareti” üzerinden yeni kâr ve rekabet alanları oluşturmak, yani adeta krizi fırsata çevirmek.
İşte iklim yasaları da esasında bu çözüm yolu doğrultusunda çıkarılan yasalar.
İklim yasalarının en önemli amacı yüksek karbonlu ekonomiden düşük karbonlu ekonomiye geçişi sağlayacak iktisadi ve sosyal mekanizmaları rasyonel ve görece adil bir şekilde yerleştirmektir.
O yüzden bu yasalarda ve ilgili metinlerde “adil geçiş” kavramı çök önemlidir.
Adil geçiş, bu dönüşümün belli bir uzlaşma zemininde gerçekleşmesini sağlayan en önemli araçtır.
Avrupa Birliği’nin ve Avrupa Komisyonu’nun iklimle ilgili bütün bağlayıcı metinlerinde yeşil dönüşüm sürecinde “adil geçiş”ten bahseder.
Bu şu demektir: Sıfır karbon hedefine ulaşmak için üretim sürecinde büyük bir dönüşüm yaşanacaktır.
Bu dönüşüm sürecinde yerleşik istihdam ilişkileri, yerleşik ekonomi, tarımsal faaliyetler, ticaret ve rekabet ilişkileri kökten değişebilecektir.
Bu durumda çok sayıda işçi, işletme ve kişi etkilenebilecek, bazı dezavantajlı gruplar ekonomik zarar görebileceklerdir.
İşte bu süreci sancısız, uzlaşma içerisinde geçirmek için sosyal yardım programları, yeni istihdam yaratma projeleri, işsizlik ödeneği, eğitim programları, yeşil finansman gibi adil geçiş mekanizmaları devreye sokulmakta, geçiş fonları oluşturulmaktadır.
Örneğin Almanya’da, sıfır karbon politikaları doğrultusunda 2038 yılına kadar kömür enerjisinden çıkış kararı alındı.
Bu süreci adil bir şekilde geçirmek için “Kömürden Adil Çıkış Komisyonu” kuruldu.
Maden işçilerine erken emeklilik desteği sağlandı, istihdam eğitim programları açıldı.
Yine sıfır karbon hedefiyle 14 kömür madeni kapatılan İspanya’da Hükümet ve sendikalar arasında “Adil Geçiş Antlaşması” imzalandı.
Kapatılan maden bölgelerinde yenilenebilir enerji santralleri kuruldu, eğitimden geçirilen işçiler burada çalışmaya yönlendirildiler, isteyen işçilere de erken emeklilik hakkı tanındı.
Örnekler çoğaltılabilir.
Demek ki neymiş, iklim yasalarının sağlıklı bir şekilde uygulanabilmesi için kapsamlı bir adil geçiş mekanizması gerekiyormuş.
Adil geçiş sürecinde özellikle korunması gereken kesim ise işçiler, emekçiler.
Çünkü iklim yasalarıyla birlikte düşük karbonlu bir üretime geçilme sürecinde belki yüzbinlerce işçinin işinden olması ya da işinin nitelik olarak değişmesi söz konusu.
Bu durumda işçiler için emeklilik seçeneğini güdeme getirmek veya yeni bir iş bulmak ama her halükârda ciddi, kapsamlı bir istihdam-eğitim programı uygulamaya geçirmek gerekecek.
İşte burada işçi sendikaları adil geçiş sürecinde elbette en hayati işleve sahip olan kuruluşlar olacaklardır.
Nitekim, Avrupa’daki iklim yasalarının hazırlanması ve uygulanması süreçlerinde en önemli aktörlerden biri sendikalar olmuştur.
Şimdi yeniden, Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum sürecinin temeli olarak kabul edilen bizim İklim Yasası’na gelelim.
Türkiye’deki İklim Yasası’nda “adil geçiş” kavramı var mı?
El hak, var. Meraklısı açsın okusun Madde 2’de tanımı bile yapılmış.
Ama bu tanımda ne işçiden bahsediliyor, ne emekçiden, ne çalışandan.
Peki İspanya’da olduğu gibi hükümet ile işçi sendikaları arasında bir “adil geçiş antlaşması”ndan bahsediliyor mu?
Koskoca yasa metninde işçi ve sendika kelimeleri bile geçmiyor.
Vahim olan şu ki; yasa metninde bir takım kurulların oluşturulması öngörülmüş.
Karbon Piyasası Kurulu, Danışma Kurulu, İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulları.
Bu kurullarda hiçbir şekilde sendika temsilcisi yer almadığı gibi ilgili sivil toplum katılımı da sadece danışmanlık düzeyinde; sivil kuruluşların oy hakları yok, gerektiğinde görüşlerine başvurulacak.
Yani düşünün sektörleri temelden etkileyeceği, işverenleri ve çalışanları sarsacağı düşünülen bir iklim dönüşüm sürecinden bahsediyoruz. Ama sektörlerin gerçek değer üreten unsuru emekçiler ve onların temsilcisi olan sendikalar görülmüyor bile.
Yasanın yapım sürecinde olmadıkları gibi, uygulama sürecinde formalite düzeyinde bile yer almıyorlar.
Peki bu konuda takip ettiğimiz/etmek zorunda kaldığımız Avrupa örnekleri de mi öyle?
Yukarıda açıkladık, hayır. Sendikalar adil geçiş sürecinin vazgeçilmez aktörleri.
Türkiye’deki sendika konfederasyonlarının da üyesi olduğu Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) iklim politikalarının ve yasa yapım süreçlerinin her aşamasında etkin.
Ulusal konfederasyonalar da sektörleri etkileyen iklim yasalarının hemen her uygulama çerçevesinde temsil ediliyor, hatta zaman zaman uygulamalara katılıyorlar.
Aslında Avrupa’da sendikalar talep ediyorlar, zorluyorlar ve kendilerini kabul ettiriyorlar.
O yüzden Türkiye’de sadece yasa yapıcılarını suçlamak da doğru değil.
Türkiye’deki sendikaların gündeminde iklim yasası ne kadar yer buldu, eleştirildi, ısrarla katılım ve temsiliyet talep edildi, direnildi?
Bence sendikalar işçi sınıfının bu iklim yasasından ve devamındaki yasal süreçlerden ne kadar etkileneceği konusunda henüz yeterince bilgi ve bilinç sahibi değil.
Sendika yöneticilerimiz sık sık Avrupa’ya gidiyor ve birçok toplantıya katılıyorlar, bu süreçlerin orada nasıl işlediğini hiç merak etmiyorlar mı acaba?
Sendikacılık sadece “maaş zammı” meselesi değildir; tam bağımsız ve tam demokratik bir ülkede, ekosistem kirleticisi olmadan sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde, düzgün, yeşil işlerde etikçi, eşitlikçi ve hakkaniyetli insanca bir çalışma düzeni oluşturmak için mücadele etmek bugün sendikal hareketin en önemli gündemi olmalıdır.
Ama her şeyden önce işçinin işinin olması ve işinin düzgün bir şekilde devam etmesi için rasyonel çözüm yolları bulmak sendikal hareketin temel görevidir.
İklim yasası ile başlayan bu yeni dönemde işçilerin, çalışma düzenindeki en kırılgan kesimler olacağı Avrupa’daki uygulama örneklerinden anlaşılıyor.
Zaten bu yüzden bu süreçin sancısız atlatılması için “adil geçiş”ten bahsediliyor.
O zaman yasada adil geçişten bahsedip temsiliyeti geçtim, tek kelimeyle bile işçiden söz etmemek de ne oluyor?
Peki sendikalar uyuyor mu? Bu konuda söyleyecek kelimeleri ve talepleri yok mu?