Hakan Reyhan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Haber
  4. Cumhuriyet teorisi

Cumhuriyet teorisi

Çoğu zaman cumhuriyet kavramı ile ilgili olarak şu cümlelere rastlıyoruz: Libya’da da, İran’da da, Kuzey Kore’de de cumhuriyet var, önemli olan cumhuriyetin laik ve/veya demokratik niteliği.

featured
Player Alanı

Çoğu zaman cumhuriyet kavramı ile ilgili olarak şu cümlelere rastlıyoruz: Libya’da da, İran’da da, Kuzey Kore’de de cumhuriyet var, önemli olan cumhuriyetin laik ve/veya demokratik niteliği.

Yazının en başında belirteyim: Hayır, Libya’da, İran’da, Kuzey Kore’de cumhuriyet yok.

İşte tam da bu yüzden; laik veya demokratik olmadıkları için.
Kendilerini cumhuriyet olarak ifade etmeleri hiçbir anlam ifade etmez.

Cumhuriyetin kavramsal içeriğinde birbirini tamamlayan unsurlar vardır.

Bu unsurların her biri diğerini tamamlar ve unsurlar birbirlerine bağlıdırlar.

Bir nevi ekosistem mantığıyla çalışan bu unsurlardan biri bile olmasa kavram bütünüyle yok demektir.

Peki nedir cumhuriyetin her biri diğerine bağlı unsurları, yani cumhuriyet ekosistemi.

Çok derin çözümlemelere girmeden temel bir kuramsal çerçevede sıralayalım.

Cumhuriyet kavramının unsurlarından biri; egemenliğin, iktidarın ve otoritenin kaynağının, ülkesine yurttaşlık bağı ile bağlı olan halkta olmasıdır.

Dikkat edin, sadece egemenliğin kaynağı değil, iktidarın ve otoritenin de kaynağı.

Egemenlik bir ülkedeki belirleyici-etkileyici-bağlayıcı hükümler denektir.

İktidar, bu hükümlerin uygulamaya geçirilme biçimini bize anlatır.

Otorite, ise iktidarın kabul edilme, onaylanma, benimsenme yani meşruluk sürecidir.

Demek ki, gerçek anlamda cumhuriyet rejiminin oluşabilmesi için hem egemenliğin hem iktidarın hem de otoritenin halka dayandırılmış olması gerekir.

Bu durumda evet cumhuriyet monarşinin, yani krallık, padişahlık, hanedanlık, emirlik vs. rejimlerinin tam zıddıdır.

Ama bu yetmez, örneğin monarşi olmamakla birlikte iktidar ve otorite alanında mollaların belirleyici olduğu İran rejimi de bir cumhuriyet olamaz.

Yine Lider ile devletin özdeş kabul edildiği, kurumsal yapıların kişi ile özdeşleştiği Kaddafi Libyası, Kuzey Kore gibi ülkelerde de cumhuriyet olamaz.

Cumhuriyet kavramının bir diğer unsuru; bir ülkede yaşayanların tamamını kapsayacak bir kamusallık içinde, “herkese ait olan” olmasıdır.

Yani cumhuriyet bir ülkedeki etnik, dini, mezhepsel, kültürel farklılıkları dikkate almadan herkesi kapsayıcı, herkese ait olan eşitlikçi bir anlayışı ifade eder.

İran, İsrail, Vatikan gibi din temelli rejimlerin olduğu ülkeler bu açıdan da cumhuriyet olamaz.

Bu durumda, esasında bir ülkenin gerçek anlamda cumhuriyet olabilmesi için laik olması gerekir.

Sadece bu da değil; herkese ait olması, herkesi temsil etmesi gereken cumhuriyet rejimi, egemenlik, iktidar ve otorite kullanımını ülke içindeki herhangi bir sınıf, zümre, aşiret, cemaat, akraba, parti, sosyete, güç odağı (güçlü odaklar) lehine de kullanamaz.

Bu yüzden Cumhurbaşkanı, herkesin başkanı, herkesi temsil eden ulusal konsensüs lideri olarak kabul edilir.
Bunun tek istisnası, dezavantajlı toplum kesimleri ve bireylerdir.

Cumhuriyet rejimi sadece bu konularda “olumlu ayrımcılık” yapar.

Ezilen, sömürülen, toplumda eşitsiz ilişkiler biçiminde var olmaya çalışan, ayrımcılık gören, gücü olmayan bütün toplum kesimlerine; işçilere, kadınlara, çocuklara; öksüzlere, yetimlere, yoksullara, baskı altındaki bütün yurttaşlara, hatta hayvanlara, doğaya, tarihsel çevreye cumhuriyet rejiminin özel imtiyazları vardır.

Bu da cumhuriyetin eşitlikçiliğinin, herkese ait olma vasfının özelliğidir.

Atatürk’ün “cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” sözü işte burada anlam kazanır.

Cumhuriyet kavramının bir unsuru da bağımsızlıktır.

Bağımsız olmayan hiç bir ülkede cumhuriyet olamaz.

Ancak bu bağımsızlık, Atatürk’ün sıklıkla vurguladığı gibi “tam bağımsızlık” iradesini ve hedefini içerisinde barındıran bir yaklaşım biçiminde olmalıdır.

Yani sadece siyasi değil, özellikle iktisadi ve bunları tamamlayacak şekilde mali, askeri, eğitimsel, kültürel, tarımsal, ekolojik… Her alanda bağımsızlık.

Elbette tam bağımsızlığın bütünüyle gerçekleşmesi kolay değildir; büyük çalışmalar, rasyonel-yurtsever politikalar, eğitim ve iktisat devrimi, sağlam bir halk iradesi ve bütünleşmiş, bilinçli bir ulus topluluğu gerektirir.

Bir ülkede cumhuriyetin olabilmesi için, nihai hedefe ulaşılamamış olsa dahi, bu şekilde tam bağımsızlık doğrultusunda bir iradenin etkin olması zorunludur.

Yani örneğin küreselleşme sürecinde moda haline getirilen “karşılıklı bağımlılık” politikaları (ki pratikte, güçlü olanın lehine tek taraflı bağımlılık olmaktadır) cumhuriyet kavramının olmazsa olmaz unsurlarından biri olan bağımsızlık ilkesini temelden sarsıcı bir etki yaratır.

Cumhuriyet kavramının, cumhuriyet ekosisteminin başka bir unsuru da demokrasi iradesi ve hedefinin olmasıdır.

Demokrasinin çok farklı tanımları vardır, ancak her tanım aşağı yukarı şu klişe ifadeyi destekler: Halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesi.

Elbette bunun sözde, söylemde, programda kalması bir anlam ifade etmez, mutlaka uygulamaya geçirilmesi veya geçirilmeye çalışılması gerekir.

Demokrasi kelimesi çok kullanışlı, sihirli bir meşruiyet aracıdır.

Yerli yersiz bu kelimeyi kullanarak demokrasi büyüsünden yararlanmak isteyen şahıslar ve rejimler çoktur.

Esasında demokrasi kavramı, öyle yanlış yerlere çekilebilecek, anlamından koparılacak bir muğlaklık taşımamaktadır.

Sorun demokrasi kavramının muğlaklığından değil, bu kavramı kendi çıkarları için kullanan liderlerin muhatap olduğu kitlelerin cumhuriyetçi demokratik kültürü edinememiş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Bu yüzden demokrasi, her şeyden önce bir eğitim ve kültür devrimi meselesidir.

Bu sağlandığında demokratik talepler, farklı demokratik araçlarla (parlamento, siyasi partiler, bağımsız sivil toplum, kamuoyu, özgür medya, demokratik kitle örgütleri, düzenli seçim vs.) kolaylıkla sistemin içine girebilecek ve liderler, yöneticiler bu talepleri yerine getirebilmek için (ki varlıkları buna bağlı olacaktır) demokratik kurum, kural ve teamülleri sonuna kadar gözetmek zorunda kalacaklardır.

Tartışılmaz lider kültüyle, ötekileştirici bir söylem ve uygulamayla, kuralsız-kurumsalsız bir düzen ile demokrasi birlikte yürümez.

Yine demokrasi, halk egemenliğinin, halk iktidarının ve buna bağlı olarak gerçekleşen otoritenin belirlenmesi ve uygulanması süreçlerini ifade eder.

Bu süreç sağlam, istikrarlı bir şekilde işletildiğinde otoriterleşme eğilimi de kendiliğinden sönümlenebilecektir.
Esasında yukarıda belirttiğimiz şekilde bütün unsurlarıyla birlikte cumhuriyet kurumsallığı olmadan gerçek anlamda demokrasi işlemez.

Bir rejim de, içinde demokrasiyi veya demokrasi ülküsünü barındırmadan cumhuriyet olamaz.

Örneğin Atatürk döneminde, çok büyük bir savaşımla yeni kurulan cumhuriyette henüz demokrasi yerleşmemişti, ancak özellikle Atatürk’ün liderliğinde, onun sağlam cumhuriyetçiliğinin etkisiyle demokrasi doğrultusunda güçlü bir irade vardı.

Nitekim bu irade ve hedef doğrultusunda çok önemli adımlar atıldı; çok partili hayata geçiş denemeleri yapıldı; temel hak ve özgürlükler peyderpey kabul edildi; basın özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmaya başlandı ve dünya siyaset tarihinde görülmedik biçimde devletin kurucu partisi olan “tek parti”, 30 yıldır belirleyici olduğu siyasal iktidarı hiçbir “patırtı kütürtü” yaratmadan, seçim yoluyla siyasal muhalefete teslim etti.

İşte bu durum, temel ilkelerini bizzat Atatürk’ün belirlediği cumhuriyet rejiminin demokrasi iradesi ve ülküsü içinde olduğunun en büyük kanıtıdır.

Aynı dönemde, İtalya, Almanya, İspanya, Japonya, SSCB gibi ülkeler resmi sıfatları itibariyle cumhuriyet rejimleri olarak kabul edilseler bile, o sıradaki rejimlerinin içinde demokrasi veya demokrasi ülküsü olmadığı için; üstelik faşizan-otoriter bir siyasal sistemi kalıcı bir iradeyle inşa etmeye çalıştıkları için cumhuriyet kavramına uzak bir durumdaydılar.

Kısacası demokrasi olmadan cumhuriyet, cumhuriyet olmadan da demokrasi olmaz.

Demokrasi iradesi ve hedefi kaybolmuş bir rejim kısa sürede cumhuriyet olmaktan çıkacak, rejimin otoriter, faşizan bir yönelime doğru gitmesi kaçınılmaz olacaktır.

Öte yandan cumhuriyetçiliği kaybolmuş bir demokrasi de ancak “neo-liberal demokrasi” olur ki, o da “demokratik süreci”te hegemonya kuran sermaye gruplarının iktisadi tahakkümünü meşrulaştırmaktan başka bir anlam ifade etmez.

Yukarıda genel olarak açıkladığımız-ancak elbette başka bir çalışmada çok daha detaylıca, etraflıca üzerinde durabileceğimiz- bütün unsurlar bir hiyerarşik sıralama içerisinde olmaksızın cumhuriyetin var olabilme koşullarını ifade etmektedirler.

Her bir unsur diğerinin eşdeğeri olup her bir unsur diğerine bağlıdır.

O zaman cumhuriyet teorimizi ekosistem kavramını kullanarak yineleyerek özetleyelim.

Egemenliğin, iktidarın ve otoritenin kaynağı bütünüyle halka dayanıyorsa,

“Devletin herkese ait, herkes için olduğu” bilinciyle gerçekleşen bir yönetim anlayışı varsa,

Tam bağımsızlık iradesiyle biçimlenmiş bir bağımsızlık söz konusuysa,

Bütün kurum ve kurallarıyla demokrasi ve/veya demokrasi ülküsü geçerliyse (demokratik kazanımlar artırılıyorsa)

O ülkede cumhuriyet var demektir.

Bu unsurlardan biri dahi eksik olsa Cumhuriyet niteliksel olarak söz konusu değildir.

Cumhuriyet teorisi
Yorum Yap