Görkemli sütunları ve gizemli heykelleriyle binbeşyüz yıllık bir tarihin içindesiniz. Suyun içinde yükselen sütunlar nedeniyle Yerebatan Sarnıcı olarak biliniyor.
Yapılış amacı İstanbul ‘un su ihtiyacını karşılamak olan sarnıç Bizans imparatoru Justinianus tarafından yaptırılıyor.
Roma dönemi heykel sanatının dikkat çeken örneklerinden olan iki Medusa başı, sarnıcın kuzeybatı köşesinde iki sütunun altında birisi yan, diğeri ters olmak üzere kaide olarak yer alır.
Genç Roma çağına ait antik bir yapıdan sökülerek buraya getirildiği sanılmaktadır.
Gelelim zavallı Medusa’nın trajik hikayesine…
Medusa uzun siyah saçlı, siyah gözlü, mükemmel vücutlu bir kadındır.
Güzelliği ile herkesi büyüleyen ve kıskandıran, tanrıları bile kendisine aşık eden mitolojik bir karakterdir. Öylesine güzeldir ki, ona rakip olabilecek başka bir kadın yoktur ve ne yazık ki bu güzelliği başına büyük bela açacaktır.
Athena’nın sevgilisi Poseidon, Medusa’yı görür görmez aşık olup ona sahip olur.
Bunu duyan Athena çıldırır ve Medusa’yı insanların bakmaya bile tahammül edemeyeceği çirkin bir yüzle yaşamaya mahkum eder ve bununla da kalmayıp saç tellerini yılana çevirir. Üstüne üstlük ona bakan herkesin taşa dönüşmesini sağlar.
Athena, Poseidon’u cezalandırmak yerine tüm öfkesini Medusa’dan çıkarır ve kardeşi Perseus’tan Medusa’yı öldürmesini ister. Perseus’ta Medusa’nın başını keser ve başı alarak savaşlara katılır. Onun başını görenler taş kesilir ve böylelikle Perseus bütün savaşları kazanır.
ATHENA gibi strateji ve zeka tanrıçası bile olsa, depresif ve kıskanç bir kadından daha tehlikelisi yok sanırım.
Bu noktada Yerebatan sarnıcındaki Medusa heykeli neden ters diye sorarsanız, sütun kaidelerine bakanların taş kesilmemesi için bu şekilde yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
O dönemde büyük ve önemli yerleri korumak için Medusa heykellerin konulduğu bilinmektedir. Hatta Medusa tasvirinin Bizans döneminde kılıç kabzalarına işlendiği görülmektedir.
Antik dönemde kötülüklerden korunmak için bir sembol haline gelmiştir.
Olumsuz enerjiyi uzaklaştıran, güçlendiren bir sembol…
Sonuç itibariyle hem hizmet et, hem tecavüze uğra, hem cezalandır ve sonunda öl…
Günümüzdeki kadın cinayetlerini düşününce aynı noktada olduğumuzu bir kez daha anlıyorum.
Antik çağlardan bu güne kadar hiç bir şeyin değişmediğini görmek çok ironik bir hal…
Kadın, özellikle canavarlaştırma yoluna gidilmiştir. Bu, yıllar boyunca süregelen kolektif bilincin ilk yansımasıdır. Nasıl ki engizisyon mahkemelerinde, cadı olduğu iddia edilerek yakılan kadınlar varsa bu alt benlik halen süregelmektedir.
Efsaneler topluma mutlaka bir ders veriyor… Tanrısal bir güce sahip olan asiller ya da elit sınıf diyelim, bir şekilde istediğini elde ediyor. Güçsüzü ezerek hatta yok ederek yapıyor bunu. Çok şey değişti mi o günden bu güne?… Tabii ki hayır…
Ne yazık ki biz zavallı MEDUSA’yı binbeşyüz yıllık bir tarihin içinde sular altında kalmış o muhteşem heykeline bakarak, mitolojik bir hikaye bile olsa hüzünle selamlıyoruz.
Ve ben onu “Kadınların Koruyucu Meleği” ilan ederken;bizi bir yerlerden duyduğuna ve bu kadim şehri sonsuza dek koruyacağına inanarak bu yazımı Medusa’ya ithaf ediyorum.