Eskilerin tabiriyle zemheri günleri başladı sanki.
Her şehrin kış kokusu ne kadar farklıdır hiç düşündünüz mü?
Anadolu şehirlerinde başka bir hüzün vardır meselâ…. Kömür kokusu sarmıştır havayı. Garip bir ıssızlık vardır her yerde.Herkes yaşamdan elini ayağını çekmiş gibidir. Yalnızlık duygusu kaplamıştır şehri .
Doğudaki uzak kasabalarda ise binbir gece masallarını dinler gibisinizdir.Gizemli düşlerin ülkesi gibidir.Efsaneler yankılanır sokaklarda.
Eski bir han avlusundan içeri girersiniz.Sanki kervanlarca yük gelmiştir.Hoş kokulu baharatlar,rengarenk kumaşlar dört bir yana yayılmıştır.Tüm bunlar doğunun ve kışın büyüsüdür esasında.
Istanbul ise tek başına bambaşka bir memlekette.
Her şeye rağmen ayakta kalmayı becerebilen bir kadın gibidir. Hep hareketlidir,bir yerlere yetişme telaşı hiç bitmez,sürekli konuşur,susmayı durmayı bilmez.
Hüznü barındırmak istemez içinde,kışın şark karamsarlığını asla yapıştırmaz kendine.
Tüm bunları düşünürken ve malum “Zemheri günleri“ de deyince , eskiden evlerimizde duvara astığımız saatli maarif takvimleri geldi aklıma…
O zamanlar bir çok ev duvarının değişmez süsüydü bu takvimler.
Saman kağıdına basılmış haliyle takvimden ziyade bir ansiklopedi kıvamındaydı esasında.Sahi o canım saman kağıtlarına ne oldu ki?O kağıdın üzerinde kurşun kalemin çıkardığı sesi ne çok sevdiğimi düşünüyorum…
Çocukluğumda,babamın her gün incelikle koparıp okuduğunu hatırlıyorum o sayfaları.
Yaprağı yerinden ayırma görevi ona aitti. Onun okumasını sabırla bekler sonra ben de merakla elime alır, çocuk aklımla okurdum.
Nedense bu benim için çok heyecan vericiydi.Yıllar sonra hayatımdaki rutin alışkanlıkları da bu yapraklara bağlamam hiç yanlış bir tespit olmasa gerek.
Şimdi düşünüyorum da ne çok iz bırakmış bende…
Neler yoktu ki o küçücük yaprakta?
Bir kere her türlü doğa olayından bahsederdi.
Kırlangıç fırtınasını ilk defa o takvimde okumuştum mesela.Çocuk aklımla kırlangıçların fırtına içinde çılgınca döndüğünü hayal eder içten içe üzülürdüm.
Oysa yıllar sonra, yaşadığım bir çok fırtınaya “Kırlangıç fırtınasıydı işte,geldi geçti“ diyeceğimin farkında bile değildim.
Anadolu insanına ait kadim kültürün izleriydi bu gözlemler…
Güneşin doğuş saatleri, leyleklerin gelme zamanı, cemrelerin düşmesi, fırtınalar, zemheri kış günlerinin başlaması, günlerin uzaması gibi bir sürü doğa olayından haberdar ederdi .
Bu bana hep çok büyülü gelirdi. Bir masal dünyasının içinde gibi hissederdim kendimi. Galiba içimdeki ilk seyahatler bu takvimle başladı. Kırlangıç fırtınası nasıl olacak acaba ya da cemre nereye düştü ki diye düşünürken bulurdum kendimi…
Bu takvimler aile içinde o kadar etkiliydi ki insanlar doğacak çocuklarına dair isimleri bile bu takvimden bulur,ev hanımları o gün ne yemek yapacaklarına bu takvim yardimiyla karar verirlerdi.
Günün özlü sözü, tarihte bugün, görgü kuralları, tarihte yaşanmış olayların yorumları, önemli günler, haftalar… Maniler, fıkralar, şiirler.
Velhasıl bir nevi yaşam manifestosu gibiydi o takvimler.
Şimdilerde olduğu gibi sadece telefonlarımızdan baktığımız alalade bir gün değildi o günler.İncelikle yaşanması gerektiği özellikle hatırlatılır gibiydi sanki.Usulca ve zarafetle…
İlk Orhan Veli hayranlığım da bu takvimle başladı desem yeridir.
Satın aldığım ilk şiir kitabının Orhan Veli’ye ait olmasında Saatli Maarif Takviminin elbette büyük rolü vardı.
Sadeliğin ve iyiliğin günleriydi o günler.Şimdi her şey elimizin altındaki telefonlarda mevcut belki fakat artık o eski keyif yok galiba…
Bu soğuk günler içimize dönmek, düşünmek hatta becerebilirsek biraz da durmak için ideal günler esasında…
Ne de olsa dört nala gidiyoruz fakat çoğumuz nereye gittiğimizin farkına bile varmadan öylesine yaşayıp gidiyoruz işte.
Önümde bir tepsi nar, sessizce ayiklıyorum …Nar ayıklamak benim için şahane bir terapidir. Susmak ve odaklanmak için birebirdir. Tıpkı bir zamanlar babamın ayıkladığı gibi. Hiç sesim çıkmıyor , sadece düşünüyorum.
Çocukluğumu, anılarımı , keşkelerimi, suskunluklarımı… Babamı ve üzerimde bıraktığı izleri düşünüyorum.İçten içe ona benzemek ya da hala kendimi ona beğendirmek istediğimi hatırlıyorum.
Her kız çocuğu için baba, açılmamış kapıların cevabıdır. İçimizde eksik kalan ya da tamamlanmamış olan bir sürü duygunun sebebidir .
Pazardan aldığım nergisleri vazoya ıslıyorum. Nedense gözlerim de ıslanıyor… Babamı ve çocukluğumun odun sobalı günlerini düşünerek zaman ve geçmiş üzerine uzun düşüncelere dalıyorum.
Uzaklardan bir yerden sobanın üzerinde dumanı tüten portakal ve elma kabuklarının kokusu geliyor burnuma.
“Nergislerin hatırına bir süre daha katlanacagim bu soğuk kış günlerine.” diyerek hafifiçe gülümsüyorum sonra…
Kimbilir belki takvimde “Günler uzuyor, sıcaklar yakında başlayacak” diye bir haber okurum ya da “Kalbinize cemre düşecek“ der ki bakın işte burası pek mühimdir.
Sonuç itibarıyla hiç birimiz kalbi mühürlü insanlardan olmak istemeyiz zannımca.
Sıcakların,yeşil eriklerin, ılık rüzgarların geleceğini söyler belki.
Koskoca Saatli Maarif Takvimi yalan söyleyecek değil ya…
Belki hep beraber yaz oluveririz. Olur mu ki?…Neden olmasın, tüm güzel hikayeler böyle başlamamış mıydı?