1970’li yıllarda, başta kapitalist metropol kentler olmak üzere bütün dünyayı saran “çevre kirliliği”, acil olarak çözülmesi gereken küresel sorun olarak algılanmaya başlandı.
1972 Yılında Stockholm’de ilk defa çevre sorunlarının Birleşmiş Milletler çerçevesinde ele alındığı bir toplantı düzenlendi.
114 ülke temsilcisiyle birlikte, yüzlerce sivil toplum örgütü ve gazetecinin katıldığı bu toplantıda, küresel bir çevre duyarlılığı oluşturmak üzere toplantının başlangıç günü olan “5 Haziran” Dünya Çevre Günü olarak kabul edildi.
Aslında dünyanın sistematik olarak kirletilmeye başladığı dönem Sanayi Devrimi sonrasında kapitalizmin içte sömürücü dışta sömürgeci düzeni yerleştirmeye başladığı 1800’li yıllara dayanıyor.
Ancak İnsanlık, 2.Dünya Savaşı’ndaki emperyal çatışma vahşetinin gösterdiği somut fotoğraflara kadar çevre kirliliğiyle ilgili yaygın, küresel bir bilinç taşımıyordu.
Yani çevre kirliliği Sanayi Devrimi’nden bu yana artarak devam ediyor, küresel ısınmanın temelleri bu süreçte atılıyor ancak bu durum kitlesel bir çevre bilinci oluşturmuyordu.
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki felaket tablosu oldukça uyarıcı oldu.
Büyüdükçe büyüyen, daha da büyümek isteyen kapitalist ekonomilerin zaptedilemeyen yayılma hırsı ve ileri teknolojilerle öldürülmüş milyonlarca insan; büyüleyici “hümanist” Batı medeniyetinin yerle bir ettiği şehirler, çölleştirdiği topraklar, yok ettiği canlı türleri, kirlettiği dereler, göller, denizler… Kısacası altına kibrit çakılan koskoca bir ekosistemden çıkan alevler, bu ekosistemin içinde yaşayan canlıların acı feryadlarıyla birlikte ilk defa net bir şekilde görünür oldu.
Bu ekolojik kıyım ve ekolojik emperyalizm daha önce var mıydı? Elbette vardı. Ancak zamana yayılmıştı ve henüz hissedilmeyecek şekilde ilerliyordu. İkinci Dünya Savaşı görüntüleri bütün bu felaket sürecini ve sonrasını özetleyen çok anlamlı bir fragman oldu.
Bu uyarılara rağmen uyanılmış mıydı? Evet bilim dünyasında durumun vehametini anlatan ve gelecekle ilgili öngürler sunan çarpıcı araştırmalar yapıldı. Entelektüel dünyada uyarıcı yazılar, kitaplar ayınlandı. Örneğin 1949 yılında yayınlanan Aldo Leopold’un “Bir Kum Yöresi Almanağı”, 1962’de yayınlanan Rachel Carson’un “Sessiz Bahar” kitapları geniş kitlelerin çevre bilincinin oluşmasında ve çevre hareketlerinin gelişmesinde etkili oldular.
1960’lı yıllarda kentlere iyice yerleşen kapitalist tüketim toplumunda boğulan insanlığın özgürlük feryadı ile başlayan yeni toplumsal hareketler içerisinde de çevre hareketleri önemli bir yer tuttu.
1970’li yıllar bu anlamda kitlesel çevre hareketlerinin de yoğunlaştığı bir dönem oldu.
Nitekim bu hareketlerin ivme kazanmasıyla birlikte ve ayrıca çevre sorunlarının küresel bir sorun olarak çözümüne ilişkin ülkelerarası işbirliği çalışmalarının yoğunluk kazanmasına parelel olarak dünyanın değişik ülkelerinde yeşil siyasal hareketler ve partiler ortaya çıkmaya başladı.
Bu süreçte Çevreciler (Yeşiller), özellikle Batı siyasal sistemleri içerisinde önemli siyasal aktör haline geldiler. Hatta 1980 sonrasında, Almanya örneğinde görüldüğü gibi, iktidar ortağı bile oldular.
Yani 1970’li yıllar çevreci hareketin ve bilinçlenmenin hızlı bir şekilde gerçekleştiği bir dönemdi.
Bu tepki ve bilinç iklimi içerisinde çevre sorunlarının küresel düzlemde çözümüne ilişkin işbirliği çalışmalarının başlangıç noktası da 5 Haziran 1972’de başlayan Stockholm Konferansı’dır.
Bu toplantıdan sonra günümüze kadar çok önemli bilimsel tespitlerin yapıldığı, hararetli müzakerelerin olduğu onlarca çevre konferansı toplandı.
1997’deki Kyoto Protokülü’nde, 2015’deki Paris İklim Antlaşması’nda ülkeler yükümlülük altına girdiler, kararlı adımlar atılacağı söylendi, hatta yeşil bir yeni düzen inşa edilmek üzere “yeşil mutabakata” varıldı.
Bu süreçte, halkların, özellikle de gençlerin çevre bilgisi ve bilinci arttıkça arttı, hemen herkeste bir iklim ve çevre duyarlılığı da oluşmaya başladı.
Ancak bütün bu gelişmelere rağmen çevre sorunları azalmadığı gibi ilginç bir şekilde daha da boyutlanarak artmaya devam etti.
Önümüzdeki yüzyıl için geçerli olacağı öngörülen kıyamet senaryolarının izleri şimdiden görülmeye başladı.
Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusundan örnek verelim.
Herkesin artık bildiği gibi, atmosferdeki karbon (ve metan) miktarı arttıkça küresel ısınma söz konusu oluyor.
Bu yüzden bütün iklim toplantılarında karbon miktarını (karbon ayak izini) artıran fosil yakıtlara dayalı enerji üretim ve tüketim sisteminden uzaklaşılması önerilmektedir.
Hatta sıfır karbon hedefi Paris İklim Antlaşması’ndan sonra hemen her ülkenin gelecek planlamasında yer edinmeye başladı.
Ancak buna rağmen atmosferdeki karbon miktarı istikrarlı bir şekilde artmaya devam ediyor.
Yazının başına dönelim; 5 Haziran’ın Dünya Çevre Günü olmasına vesile olan ve çevre sorunlarının ilk defa küresel işbirliğiyle çözülme iradesinin ortaya konulduğu 1972 Stockholm Konferansı sırasında atmosferdeki karbon miktarı 325 ppm (parts per million/milyon başına parça) olarak ölçülmüş.
Sanayi Devrimi’nin başlangıcı olarak kabul edilen 1790’lı yıllarda ise karbon miktarı aşağı yukarı 280 ppm olarak tespit ediliyor.
Yani küresel ısınmaya neden olan karbon miktarı fosil yakıt tüketiminin artışına da bağlı olarak düzenli biçimde artmış ve ilk defa örgütlü bir küresel duyarlılık oluştuğu için milad yıl kabul ettiğimiz 1972 yılında 325 ppm’e kadar yükselmiş. On yıl öncesinde, yani 1960’daki miktar ise 317 ppm.
Mantık çerçevesinde beklediğimiz durum, bu tarihten sonra karbon miktarının giderek azalacağı yönündedir.
Çünkü, yukarıda bahsettiğimiz gibi artık insanlık çevre sorunlarını görmüş ve önlem alma iradesini ortaya koymuştur.
Ancak durum bambaşka. 1970’ler boyunca çevre tartışılıyor, çevreci siyasal aktörler siyasette belirleyici olmaya başlıyor, ciddi bir çevre gündemi var. Ama bakıyorsunuz 1980 yılında atmosferdeki karbon miktarı 338 ppm. Yani 1960-70 arasındaki artış hızından daha fazla.
1980’li yıllar boyunca yine onlarca toplantı yapılıyor, raporlar hazırlanıyor, uyarı üstüne uyarı yapılıyor. Hatta yeni bir kalkınma anlayışı olarak “sürdürülebilir kalkınma” kavramı bütün ülkelerde önem kazanmaya başlıyor. Çevre mevzuatları ve çevre yönetimleri geliştiriliyor. Bakanlıklar, çevre ajansları kuruluyor. Sonuç; 1990’da atmosferdeki karbon miktarı 355 ppm. Artış hızı daha da fazla.
1990’lar, özellikle iklim konusunda çok daha duyarlı bir dönem. 1992’de Rio’da BM bünyesindeki ülkelerin katılımıyla “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” imzalanıyor. Akabinde yine iklimle bağlantılı “BM Çölleşme İle Mücadele Sözleşmesi” de yürürlüğe giriyor. Ülkeler çok kararlı. Hatta 1997’de ülkeleri iklim konusunda yükümlülük altına sokan Kyoto Protokolü imzalanıyor. Ancak bir bakıyoruz 2000 yılında atmosferdeki karbon miktarı 370 ppm.
2000’li yıllarda küresel ısınmanın yarattığı tahribatları artık herkes görmeye başlıyor. Herkes biliyor ki, önlem alınmazsa dünyamız yakın gelecekte çok büyük felaketlere maruz kalacak. Alınacak önlemlerin kararlaştırılması doğrultusunda 2009’da meşhur Kopenhag İklim toplantısı gerçekleştiriliyor. O kadar irade oryaya konuyor, o kadar önlem paketi ve duyarlılık var. Artık karbon miktarı ve ısınma azalır herhalde diye beklerken 2010 yılında karbon miktarı 390 ppm.
Nihayet 2015 yılına gelindiğinde artık “kapitalist dünya” bile iklim konusunda birşeylerin yapılması gerekliliğine ikna oluyor.
Çekinceli Çin ve ABD’nin de onay verdiği çok daha somut önemler içeren Paris İklim Antlaşması’nı imzalanıyor.
Bu tarihten sonra ABD, Avrupa Birliği, Çin gibi karbon ekonomisi ile büyüyen ülkeler sıfır karbon politikası ilan ediyorlar.
Hedef en geç 2050’ye kadar fosil yakıtlarından tamamen kurtulmak. (Bu arada küresel ısınmadan dalayı eriyen buzulların altında yatan (fosil) petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmak için kuzey buzulları bölgesinde ABD, Rusya ve Çin’in neredeyse savaşın eşiğine geldiğini de konuyla şimdilik ilgi kurmadan ama ironik bir örnek olarak aktarmak isterim.)
İleri sanayileşmiş ülkeler kararlı bir tutum sergilemeye başladı; kapitalizm bile -nasıl oacaksa- “yeşil kapitalizm”e dönüştürülmeye çalışılıyor; atmosferin karbonsuzlaşması süreci başladı; artık sorun çözülebilir diye düşünmeye başlamışken bir bakıyorsunuz 2020’de karbon miktarı rekor bir artışla 416 ppm olmuş.
Bu yazının yazıldığı tarih 5 Haziran 2025. Bugün Dünya Çevre Günü.
Dünya özellikle son beş yıldır çevreyle yatıp çevreyle kalkıyor. İklimin geleceği ile ilgili endişelerimiz her geçen katlanıyor. Artık herkes sorunu çözecek iradenin bir an önce uygulamaya geçirilmesini istiyor.
Ülkeler teyakkuz halinde. Avrupa Yeşil Mutabakatı yürürlüğe giriyor. Son beş yıldir sürdürülebilirlik ilkeleri dilimizden birgün bile düşürmediğimiz amentüye dönüştü.
Üstelik pandemi denilen bir garabet dönemden geçtik, üretim yavaşladı, sokaklar boşaldı, şehirler, topraklar rahatladı.
Yüzbinlerce insan gözümüzün önünde salgın hastalıktan ölürken bu süreçten geleceğe yönelik çıkardığımız çok anlamı dersler de oldu. Ne varki daha salgın bitmeden, olağan tüketim kalıplarımıza çabucak döndük.
Her ne olursa olsun, bu kadar plan, proje, önlem paketi, yeşil yeni düzen, sıfır karbon, sıfır atık derken atmosfer de rahatlamıştır diye düşünürken ölçümleme yapılıyor ve 2025’teki karbon miktarı 430 ppm. Üstelik daha yıl bitmedi ve bu beş yıılık artış oranı.
Yani kabaca şunu söyleyebiliriz: İnsanlığın çevre konusunda küresel duyarsızlık içerisinde olduğu Sanayi Devrimi’nden, yani 1790’lı yıllardan çözüm konusunda küresel işbirliğinin başlangıç dönemi olarak kabul edilen 1970’li yıllara kadar atmosferdeki karbon miktarı toplam 46 ppm artmış.
Çok duyarlı olduğumuz, endişelendiğimiz, konuya vakıf olduğumuz, çözüm paketlerini uygulamaya geçirmeye çalıştığımız, herkesin çevreyele yatıp iklimle kalktığı, ülkeleri yükümlülük altına sokan 3 temel iklim sözlşemesinin imzalandığı, iklimle ilgili küresel işbirliği ve çalışma örgütlenmelerinin (IPCC) etkinlik kazandığı, 29 kez iklim değişikliği konferansının ve müzakerelerinin(COP 29) düzenlendiği, yeşil partilerin iktidar bile oldukları, sıfır karbon hedefinin çoğu ülkede devlet politikası haline getirildiği son 55 yıldaki artış miktarı ise 105 ppm.
Yani “bilinçsiz” 180 yılda 46 ppm, “bilinçli” 55 yılda 105 ppm artış var.
Birileri bizi çok fena kandırıyor.
5 Haziran Dünya Çevre Günü kutlu olsun.