Bu ilk yazımda, kalemime eşlik edecek bir ustanın izinden gitmek istedim: Bedri Rahmi Eyüboğlu. Çünkü o, yalnızca bir ressam değil; Anadolu’nun sesini, rengini, dokusunu sanatına nakşetmiş bir kültür elçisiydi. Sanatıyla geçmiş ve geleceği buluşturan, halkın hikâyesini tuvallerine ve mısralarına taşıyan bu büyük ustayı anmak, onun renkli dünyasına bir kez daha dalmak istedim.
1911 yılında, Giresun’un Görele ilçesinde dünyaya gelen Bedri Rahmi, sanatının köklerini Anadolu’nun kültürel zenginliğinden aldı. Daha çocuk yaşta, çevresindeki renklerden, desenlerden ve halkın günlük yaşamından etkilenerek sanatına yön veren bir gözlem gücüne sahipti. Sanat yolculuğu, Trabzon Lisesi’nde karşılaştığı Zeki Kocamemi’nin yönlendirmesiyle başladı. Bu kıvılcım, onun sanatını bir ömür boyu şekillendirecek bir ateşi harladı.
Bedri Rahmi’nin ufku, yalnızca Anadolu’yla sınırlı değildi. Ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun Paris’ten gönderdiği kitaplar, onun sanat anlayışını genişletti. 1929’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne adım atarak Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı gibi hocalardan eğitim aldı. Ancak onun için asıl dönüm noktası, 1931 yılında Paris’e gitmesi oldu. Orada Cézanne, Van Gogh ve Gauguin gibi ustaların eserleriyle tanıştı; André Lhote’un atölyesinde desen ve kompozisyon eğitimi aldı. Bu dönem, yalnızca teknik bir öğrenme değil, aynı zamanda içsel bir keşif yolculuğuydu. Paris’te hayat arkadaşı Eren Eyüboğlu ile tanıştı; bu birliktelik, onun sanatına hem ilham hem de derinlik kattı.
Bedri Rahmi’nin sanatında en belirgin özelliklerden biri, Anadolu’nun dokusunu ve ruhunu modern bir anlayışla birleştirme çabasıydı. Onun tuvallerinde kilim motifleri, yazmalar, nakışlar, Osmanlı minyatürleri ve Bizans mozaikleri yeniden hayat buldu. Ancak bu öğeler, yalnızca dekoratif unsurlar değildi; modern sanatın diline dönüştürdüğü anlatım araçlarıydı. Bu açıdan, Bedri Rahmi’yi yalnızca bir ressam olarak değil, gelenek ile modernite arasında köprü kuran bir sanatçı olarak görmek gerekir.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği Yurt Gezileri, Bedri Rahmi’nin sanatında önemli bir dönüm noktası oldu. 1938’de Edirne, 1942’de Çorum ve İskilip’e yaptığı seyahatler, onun Anadolu’yu daha derinlemesine tanımasını sağladı. Bu gezilerde, halkın gündelik yaşamını, halay çeken kadınları, saz çalan âşıkları gözlemledi ve bunları tuvallerine taşıdı. Bu tablolar, yalnızca bir sanatçının gözlem gücünü değil, aynı zamanda Anadolu insanına duyduğu sevgiyi ve hayranlığı da yansıttı.
Bedri Rahmi’nin sanatının yalnızca tuvalde değil, farklı alanlarda da etkileyici olduğunu görüyoruz. 1958 yılında Brüksel Dünya Sergisi için yaptığı 227 metrekarelik mozaik pano, onun uluslararası alandaki başarısını pekiştirdi. Aynı zamanda yazma sanatıyla ilgilendi ve bu geleneksel el sanatını modern bir yorumla yeniden ele aldı. Yazmalar, onun sanatında halkın desenlerini tuvallerine taşıyan bir araç haline geldi.
Şiirleri de Bedri Rahmi’nin sanatının bir parçasıdır. Özellikle “Sitem” gibi eserlerinde halkın duygularını, sevgisini ve acısını dile getirir. Onun mısralarında, Anadolu’nun nefesi hissedilir:
“Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.”
Sanatında hümanizmi merkezine alan Bedri Rahmi, yalnızca bir ressam, şair ve yazar değil, aynı zamanda Anadolu’nun hikâyesini dünyaya taşıyan bir kültür elçisiydi. Onun eserlerine baktığımızda, Anadolu’nun renklerini, seslerini ve dokusunu hissederiz.
Bugün Bedri Rahmi’nin sanatı, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü, halkın hikâyesini anlatan bir destan olarak yaşamaya devam ediyor. İlk yazımda onu anarak, bu satırlarda sanatın birleştirici gücünü bir kez daha hissettirmek istedim. Çünkü Bedri Rahmi’nin dediği gibi:
“Sanatçıya düşen, önce çevresindeki dünyayı daha sonra kendini keşfetmektir.”