CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İlke TV canlı yayınında asgari ücretten bütçe görüşmelerine, DEM Parti ilişkilerinden İBB davasına kadar birçok konuda önemli açıklamalar yaptı. Özel, DEM parti ile ilişkilerine dair soruya, “Hiçbir sıkıntımız yok şöyle söyleyeyim bizim demle ilişkileri bozma lüksümüz yok. Bu bir siyasi çıkarlar açısından değil Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma, birlikte bir ortak yarına yürümek için demle CHP ayrı düşemez. Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbiriyle ayrı düşünemez” dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, İlke TV’de gazeteciler Ercüment Akdeniz, Banu Güven ve Dilek Odabaş’ın sorularını yanıtladı. Geniş gündemde Türkiye ekonomisi, asgari ücret, bütçe süreci, grev yasakları, MESEM konusu ve DEM Parti’yle ilişkiler gündeme geldi.
“DEM İLE İLİŞKİLERİ BOZMA LÜKSÜMÜZ YOK”
Özel, CHP–DEM ilişkilerine dair “Hiçbir sıkıntımız yok” diyerek şöyle konuştu:
““Hiçbir sıkıntımız yok şöyle söyleyeyim bizim DEM’le ilişkileri bozma lüksümüz yok. Bu bir siyasi çıkarlar açısından değil Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma, birlikte bir ortak yarına yürümek için demle CHP ayrı düşemez. Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbiriyle ayrı düşünemez. Ben 19 Mart, 26 Mart arası Saraçhane‘de otobüsün üstünde aynı anda hem Selahattin Demirtaş‘ı, hem de Zafer Partisi’nin genel başkanının meselesini söyledim. İlk başlarda bunu söyleyince DEM’liler ve kitlenin geneli, bu tarafı söyleyince Zafer Partili gençler ve geneli alkışlayıp bu kısma bunlar bu kısma bunlar homurdanıyordu. Çünkü arada bir gerilim var. Ama biz ısrarla ‘Kurtuluş yok tek başına hayat beraber ya hiçbirimiz’ dedik. Bu bir demokrasi meselesidir.”
‘İMRALI HEYETİ CHP’Yİ ZİYARET EDECEK’
Özel ayrıca İmralı Heyetinin salı günü CHP’yi ziyaret edeceklerini duyurdu.
BÜTÇE ELEŞTİRİSİ: “MECLİS GENEL KURULU ONLARA GÖRE DEKOR OLDU”
TBMM Genel Kurulu’nda süren 2026 bütçe görüşmelerine değinen Özel, Meclis’in etkisizleştirildiğini belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Yani bir meclis kurulmuş da sonra bütçeyi yapsın diye komisyon kurulmuş, o da bütçe yapmış’ diye bir şey yok insanlık tarihinde. Magna Carta, tek adamın vergiyi tek başına belirleyemeyeceğini yazıya dökmesiyle, insanlık tarihinin en önemli kazanımının ilk somut adımıdır. O günden itibaren devletin vergi alan sağ eliyle dağıtan, şefkatli sol elinin dengesine meclisler karar verir. Önce 1215’te bir yazı olarak kazanım oldu. Devamında 17’nci yüzyılda damgasını vuran ‘temsil yoksa vergi de yok’… Yani bir mecliste temsil edilmiyorsam vergi de vermem. İngiliz parlamentosu, Fransız ihtilaliyle Fransız parlamentosu ve bizde biraz daha geç olmakla birlikte önce bütçe hakkı elde edildi, sonra onun konuşulacağı yere çatı yapıldı. Oraya meclis dendi. Meclisten önce kazanılmış bir hak bu. Ama şimdi Meclis’te görüşülüyor, 12 gün sonra bitecek. Diyelim ki 600 milletvekili reddetti bütçeyi. Bütçe, geçen senekinin üzerine yeniden değerleme oranı konup devam edecek Cumhurbaşkanı hükümet sistemi ve tek adam rejiminde. Neden? Çünkü OHAL’de değiştirdikleri anayasaya bunu koydular. ‘Eğer bütçe geçmezse bir önceki bütçeye yeniden değerleme oranı konulur. Ona göre hükümet devam eder.’ Düşünün ki milletin meclisinin tamamı bütçesini reddetmiş… Normalde bütçesi geçmeyen hükümetler dünyada düşer, yerine yenisi konulur. Türkiye siyasi tarihinde de örnekleri var. Ama maalesef bütçenin göstermelik bir şey olduğu, yani artık bizim Meclisimiz onlara göre, onların getirdiği rejime göre bir dekor orası, Genel Kurul salonda. Milletvekilleri oyuncu, halk seyirci, demokrasi de adeta orada atılan bir tirad. Yoksa bir karşılığı yok. Önce bu tespiti yapmak lazım.”
“BU BÜTÇE ‘-MIŞ GİBİ’ YAPAN BİR BÜTÇE”
“Devamında; bu bütçe nasıl bir bütçe? Bu bütçe ‘-mış gibi’ yapan bir bütçe. Bu bütçe aslan payını iktidarın, iktidarın önceliklerinin; işte büyük holdinglerin, şirketlerin, onların vereceği vergilerin affedildiği veya büyük teşviklerin, Kamu – Özel İşbirliği’ne büyük paraların, Yap – İşlet – Devret’lere büyük paraların aktarıldığı ama emeğin, emekçinin ve emeklinin hakkını alamadığı bir bütçe bu. Tabii bugün 16 bin lira en düşük emekli maaşından, 22 bin lira asgari ücretten bahsediyoruz. Geçen sene AK Parti, kendi pratiğini ki o pratik de gerçekleşen bir pratik değil ama hep şunu söylüyordu; ‘Biz asgari ücretliyi enflasyona ezdirmiyoruz.’ Nasıl ezdimiyorsun? ‘TÜİK, bir enflasyon belirliyor ve biz enflasyon kadar zam veriyoruz.’ Bir kez TÜİK enflasyonu belirlemiyor, orada enflasyon üzerinden manipülasyon yapıyor. Gerçek enflasyon yüzde 60 iken yüzde 30 çıkarıyor. Zaten sen oradan, emekten bir şeyler çalıyorsun. Ama geçen sene TÜİK’in, ben ‘Tayyip Erdoğan’ı Üzmeyen İstatistik Kurumu’ diye kısaltıyorum onu, onun rakamlarıyla da enflasyonu vermediler. Neyi verdiler? Beklenti enflasyonunu verdiler. Yani karnede sınavda aldığı notu değil de sınava girmeden önce umduğu notu veriyor. Böyle bir eğitim sistemi, böyle bir puanlama sistemi var mı? ‘Ben enflasyonu yüzde 20’ye düşürecektim, beceremedim yüzde 40 oldu. Sana 40 vermiyorum, 20 veriyorum.’ Önce düşür, sonra onu ver. Öyle olunca zaten gitgide gerçek enflasyon karşısında eriyen asgari ücret geçen sene ağır bir yara almıştı ve 22 bin lirada kaldı. Aslında 30 bin lira olması gerekiyordu. Şimdi bu 22 bin lira üzerine, bugün işte artık nihayet Türk-İş’in de katılmayı reddettiği Asgari Ücret Komisyonu‘nda oturup bir tiyatro yapacaklar ve 27 – 28 bin liralık bir asgari ücret belirleyecekler.”
“BUGÜNE KADAR KATILMALARI YANLIŞTI”
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na TÜRK-İŞ’in katılmaması hakkında soruya yanıt veren Özel:
“Doğru buluyorum ama bugüne kadar katılmalarını da yanlış buluyorum. Bu kadar adaletsiz bir komisyona bugüne kadar katılmaları yanlıştı. Bu seferki doğru. Ümit ediyorum bundan sonra belirlenecek asgari ücrete ki bir küçük parantez açayım, Türkiye’de konfederasyonların şöyle bir yanılgıları var veya sorumluluğu üstlerinden atıyorlar. Konfederasyon derken DİSK öyle yapmıyor ama TÜRK-İŞ özellikle şöyle yapıyor; ‘Asgari ücret benim işim değil ki’ diyor. ‘Bende işçi zaten asgari ücret almıyor.’ Doğru. Ama asgari ücret, Türkiye’de temel ücret oldu. Neredeyse kayıt dışı çalışanları da katarsanız ortalama ücret oldu. En büyük toplu sözleşme. Her 100 kişiden 55’i asgari ücret alıyor. Almanya’da asgari ücret, bir yıl alınan kıdemle hızla uzaklaşılan bir ücretken Avrupa’da öyle bir ücretken Türkiye’de temel ücret. Asgari ücrete gelen zam oranı bütün ücretlere neredeyse aynen yansıyor. Yani asgari ücretin iki katı maaş alan için bile asgari ücretin nasıl belirlendiği, onun alacağı zam açısından çok önemli. Böyle bir fiiliyat var Türkiye’de. Şimdi böyle olunca bu asgari ücret meselesinde bir kez TÜRK-İŞ’in oturmaması doğru. Bütün sendikaların birden bunu kendi meseleleri yapmaları lazım. Çünkü bütün ücretlere yansıyor. Asgari ücret eğer 27 bin, 28 bin lira olacaksa bu bir yıl önce hak edilen asgari ücretin bile altında. 30 bin lira olması gerekiyor 28 binde. Bu tarihin en büyük emek hırsızlığı. Bunun karşılığında bir de emekli maaşına yapacakları zammı da düşünürseniz, o da 16 bin liranın üzerine gelecek zamla 20 bin lira gibi bir şey olması bekleniyor. Bugün için ilk kez tarihte asgari ücret verildiği gün açlık sınırının altında olacak. En düşük emekli maaşı da verildiği gün açlık sınırının üçte ikisi seviyesinde olacak. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Ben meydanlarda soruyorum. İşte, yoksulluk sınırı 98 bin lira. O da TÜRK-İŞ’in rakamları. Kocam meydanda yedi, sekiz kişi çıkıyor evine 98 bin liradan fazla maaş girenler. Bir maaş, iki maaş, üç maaş. Herkes tek bir asgari ücretle geçiniyor ve açlık sınırının altında. O yüzden de ‘Bu büyük bir sosyal patlamaya, sosyal infiale sebebiyet verir’ dedim. Neye göre dedim? Sokakta gördüğüm tansiyona göre, meydanda gördüm tansiyona göre” dedi.
“TATBİKAT GÖRÜNTÜSÜYLE ACINACAK HALİMİZE GÜLDÜK”
Grev yasaklarına da değinen Özel, “Evet, bu örgütlü tepkiyi bastırmaya yönelik bir iş. Bütün Türkiye’de askeri darbe dönemlerini, sıkı yönetim dönemlerini aratmayacak bir şekilde. Yani hiçbir şey yokken ortada… Yani bazen hani anlamıyorum ama hani onları anlamak isteyeyim. Olağanüstü şartlar olur da çok büyük travmaların olduğu günlerde de ne bileyim 15 Temmuz darbesinden bir ay sonra da grev olur, ‘Dur kardeşim, şimdi zamanı değil’ dersin. Veya böyle büyük toplumsal olaylar vardır. Türkiye belli bir sanayi koluna çok ihtiyaç duyuyordur, o milli güvenlik meselesidir. Ne bileyim işte top dökeceksindir de demir – çeliki durduruyordur adam. ‘Dur kardeşim savaşın içindeyiz, top dökeceğim. Demir – çelik durmaz; milli güvenlik…’ Hiçbir şey yok ortada. Milli güvenliği tehdit diye bütün grevleri erteliyorlar. Bu anayasadaki yetkinin, zaten olmaması gereken bir yetkinin suistimali, kötüye kullanımı. Ercüment Bey biraz önce söyledi. Bugün acınacak halimize tebessüm ettik. Kahramanmaraş’ta tatbikat yapıyorlar, ‘Efendim işçiler ayaklanırsa, grev yaparsa çevik kuvvet bunu nasıl bastıracak?’ Bunun tatbikatını yapıyorlar. Ama bunların hepsi örgütlü bir eylemliliğe karşı yapılan iş. Benim bahsettiğim bir sosyal patlama. Yani insanların artık burasına gelmiş, hatta daha da burasına gelmiş ve boğulmak üzere” ifadelerini kullandı.
“SOKAKTAKİ ÖFKEYİ BEN DAHA ÖNCE GÖRMEDİM”
“Mesela sosyal patlamanın ilk basamağı şudur: Bir asgari ücretli bir yerde çalışıyordur. Gün boyunca ter döküyordur lokantada, mesela servis yapıyordur. O 22 bin lira maaş alacaktır. Bir beyefendi gelir, öğlen yemeğinde 22 bin lira hesap öder, gider. Bu o asgari ücretlinin içine dokunur. ‘Ya ben bir ay sabahın köründen akşamın bir vaktine kadar burada ter döküyorum. Benim aldığım maaş burada…’ Bu başka bir şey. Bundan ciddi bir rahatsızlık duyar. Ama bir de o kişi evdeki çocuğunun karnını doyuramıyorsa, okula gönderdiği çocuğunun beslenme çantasına bir şey koyamıyorsa veya bir baba evladının bu durumundan dolayı sürüklendiği bunalımı veya aklından geçenleri düşünüyorsa o vakitten sonra o toplumda ne olacağını öngöremezsiniz. Ben bunu çok samimi bir şekilde söylüyorum. Ben yıllardır sokakta siyaset yapan birisiyim. Bir Genel Başkan olarak da herhalde benim kadar sokakta olan yoktur. Ben sokaktaki öfkeyi daha önce görmedim. Açık açık da söylüyorum bu vakitten sonra bu insanlara böyle asgari ücrette, en düşük emekli maaşında alay edecek ve artık sürdüremeyecekleri yani laf olsun diye değil gerçekten bıçak kemikte. Bu insanlar, sohbet ettiğin herkes diyor ki… ‘Nasıl geçiniyorsun?’ ‘Borçla.’ ‘Nasıl döndürüyorsun?’ ‘O karttan bu karta.’ Artık kart da vermiyorlar. Hepsi patladı. Tefecilerin bu kadar çok olması, İstanbul’da çetelerin bu kadar çok olması, insanların sanal bahise yönelmesi… Hiçbirisini mazur görmüyorum ama hiçbirisi de kendiliğinden olan şeyler değil. Bunların ekonomik ve sosyal altyapısı var. Bu ülkeyi yönetenler şunun farkında değiller: Bu vakitten sonra artık bu insanlar ‘Eskiden ayda üç kere dışarıda yemek yerdik, şimdi bir kere yiyebiliyorum’, ‘Efendim ayakkabılarımı eskiden pençe yaptırmazdım, şimdi pençe yaptırıp giyiyorum’, ‘Bu sene bir palto alamadım’ değil. Bu değil adamın derdi, karnını doyuramıyor.”
Ayrıca Özel, Mesleki Eğitim Merkezlerinde yaşanan iş kazalarını “Türkiye’nin en utanç verici meselelerinden biri” olarak nitelendirdi.
“GİZLİ TANIK İLKE DE TANIKLIKTAN ÇEKİLMİŞ; İDDİANAME SÜRECİNDE BİZDEN SAKLADILAR”
Parti içindeki kongre sürecine ilişkin konuşan Özel, “Partide herkes iktidar hedefine kilitlendi. Biz bu iktidarın tekerine çomak soktuk ve başımıza gelenler boşuna değil” derken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi soruşturmasına dair de çarpıcı bir açıklamada bulundu. Özel, “Gizli tanık Meşe vardı ya… İmamoğlu tutuklanırken Meşe’nin ifadeleri kullanıldı. Sonra Meşe ortadan kayboldu. Yerine ‘İlke’ getirildi. İlke, Meşe’nin ifadelerini olduğu gibi tekrar etti. Fakat sadece dört gün sonra tanıklıktan çekildiğine dair resmi yazı göndermiş. Bu belge elimizde. Ama iddianame aşamasında bunu bizden gizlediler” diyerek gizli tanıkların değiştirilmesini “senaryo yazılıp oyuncu değiştirilmesine” benzetti.
“BU DAVA 14 YIL SÜRECEK DİYORLAR; BU HUKUK DEĞİL TALİMATLI SÜREÇTİR”
Tensip zaptında belirtilen uzun yargılama süresine vurgu yapan Özel:
“Yargılama sürecine Hazırız tabii. Biraz önce konuştuğumuz süreçlerde de biliyorsunuz, onlar partinin kapısına kayyım getirdiler, biz ertesine olağanüstü kongre koyduk. İşte 5’inde İstanbul İl Başkanlığını görevden aldılar. 12’sine İstanbul’da, 21’ine burada kongre koyduk. Hukuken yapılacak her şeyi yaparız ama bir kez artık zemin, hukuk zemini değil bir kere. Şöyle bir şey söyleyeyim. Vallahi ya ikinci ya üçüncü yargı paketiydi, yargılamalar uzuyor gidiyor. Mahkemeler kendilerine baştan bir koysun, yargılamalar öyle yıllar sürmesin. Bana desin ki ‘Ben bu işi altı ayda, yedi ayda bitireceğim, üç ayda bitireceğim’ diye savunularak tensip zaptıyla birlikte ‘Öngörülen yargılama süresi’ diye bir şey kondu. Bugün rejim ve rejimin aparatı bize diyor ki ‘Bakın iddianame boş olabilir veya yargılamanın sonunda siz beraat edecek olabilirsiniz. Benim öngördüğüm yargılama süresi 14 yıl’ diyor adam ya. Böyle bir şey olabilir mi? Şunu söylüyor, ‘Majestelerinin kuralları, hukuk sistemi var. Öyle kitapta Türk Ceza Kanununda yazana… Çünkü kendi benden iyi biliyor ki; o söylediği mesela, rüşvet suçu için rüşvetin bir alanı bir vereni ve verilen bir para lazım. Alan ‘Almadım’ diyor, veren ‘Vermedim’ diyor, bir gizli tanık ‘Gördüm’ diyor. Sonra o gizli tanık delirince o odadaki tek gizli tanık gidiyor, yerine başka bir gizli tanık geliyor. Oyuncu değiştirir gibi gizli tanık. Senaryoyu yazarsan, oyuncuyu değiştirirsin. Ama hakikate tanıklık eden gerçek kişi değişir mi ya? O adam ölürse ölür, ‘Gizli tanığım öldü’ dersin. Delirirse, ‘Gizli tanığım vardı, delirdi’ dersin. Ama ‘O odadaki gizli tanık delirdi diye değişti, ben başkasını getirdim’ diyebilir misin?
Aslında herkes neyin ne olduğunu biliyor. Rüşvetin olmadığını irtikapın olmadığını, bilmem neyin olmadığını biliyor. Bütün işi bilen hukukçular da şunu söylüyorlar. Ben şu kadarını söyleyeyim, iktidara çok yakın hatta AK Partili milletvekilleri dahil, ‘Bu dosyadan bir şey çıkmaz’ diyor. Ama bu arkadaşlar diyor ki bu yargılama 14 yıl sürecek ve bugün tensiple bir tek tahliye vermediler. Bakın, İSFALT A.Ş’nin satın alma müdürü, hanımefendi iki yılla yargılanıyor ve yaklaşık beş, altı aydır içeride. Cezasının tamamını alsa yattığı süre yetiyor, onu bile bırakmadılar. Yani şöyle diyorlar, ‘Biz kimseyi salmıyoruz, iddianamemize güvenmiyoruz, ama saray dimdik arkamızda. Biz majestelerinin, sarayın hukuk sistemini uyguluyoruz. Biz tuttukça burada tutuklu kalacaksınız.’ Hakim belki de salar. Hadi salsın göreyim. Hakim şimdi Çağlayan Adliyesi’nde mahkeme görüyor. Oğlan şuradaki okulda, kızı buradaki okulda. Eşi bir başka yerde devlet memuru. Bırakmaya kalktığında aklına bundan önceki hakimler gelecek. ‘Tutuksuz yargılama’ diyen adamı Gaziantep’e sürdüler, bu çocukların okulu ne olacak? Bu, bu sene ortaokul sonda, liseye giriş sınavına girecek, öbürü üniversiteye girecek. Bir evde geçen sene üniversiteyi kazandı. ‘Ben gidersem oradaki ev nasıl olacak, lojmandan çıkarken oradaki ev nasıl olacak, bugün burası nasıl olacak?’ Hakim güvencesi diye bir şey yok. Yani memleket öyle bir hale geldi ki arkadaşlarımızı salacak hakimi dünyanın öbür ucuna sürüyorlar. Ekrem İmamoğlu’nun lehine karar vermiş bugüne kadar sekiz hakim… Kimi ceza alırken karşı oy yazmış. Kimi savcılık mütalaasını beş kere vermiyor. Niye vermiyor? Hakim değişsin diye bekliyor. En sonunda beşincide ‘Vermiyorsan ben karar veriyorum’ diyen hakimi sürmüşler. Diploma davasında daha bir kararı yok. Ama diploma davasında senin, benim aklıma gelen sorular var ya mantıklı. O soruları YÖK’e somuş. Demiş ki ‘Bu kişi başvurduğunda bir ilana göre mi başvurmuştur? Siz bunları alırken belgeleri alırken bu kişi tek başına mıydı, başka öğrenciler var mıydı? Kaç yıldır bu işlemi yaptınız ve kaç öğrenciye diploma verdiniz, kaçını iptal ettiniz. Şimdi sorulara bakınca, ‘eyvah’ diyor. Yani bunların içinde bir tek Ekrem İmamoğlu mu suçlu? Bunun suçu Cumhurbaşkanı adayı olmak mı? Bunları ben söylüyorum ama akıştan anlıyorsun. Daha cevabı gelmeden idare mahkemesi hakimini sürdüler. Böyle işler yani. O yüzden bir hukuk sisteminden bahsetmek mümkün değil. Majestelerinin mahkemeleri var.”
DEM PARTİ- İMRALI SÜRECİ…
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kapatma davaları, dokunulmazlık fezlekeleri ve DEM Parti ile ilişkiler konusunda çarpıcı mesajlar verdi:
“Şimdi birincisi partinin kapatma davası mevzusu hakikaten Türkiye’de bütün parti kapatmalar utanç verici işlerdi. Ben bunu istedim kapatılsın kapatılsın anayasa Mahkemesi kapatılsın dendiğinde de böyle söylemiştim. HDP kapatılsın pardon. Tabii HDP şimdiden oldu. O zaman hatta o ihtimale karşı yeşil sol Parti’den girdiler ve sonra da deprem oldu. İşte HDP kapatılsın, ondan önce Kürt siyasi hareketinin dünya kadar partisi kapatıldı. AK Parti’nin kapatma davası da yanlıştı. Nerede bir dava varsa, çünkü benim anlayışıma göre, bizim anlayışımıza göre partileri millet açar, millet kapatır; halk açar, halk kapatır. Birincisi bu. Bizim partimizi, Kenan Evren kapatmaya kalktı. Halk kapıdaki zincirleri kırdı, açtı. Malını mülkünü de iade etti. Denemesi bedava. Cumhuriyet Halk Partisi demir leblebi gibidir. Öyle ısırmaya çalışanın dişini kırar. Bütün darbeciler buna tenezzül etmişlerdir. Ama bu bir tenezzül meselesidir, teşebbüs meselesidir. Sonuçlarına yapanlar katlanır.”
“Yedi kişi hakkında 10 fezleke gelmiş. Benim 50’yi geçti herhalde ama burada tabii eskiden de birikenler var. Bu son dönemde 31 – 32 tane oldu herhalde. Bir de bir ara 15 Temmuz’da birikmiş olanlar sıfırlandı, o davaları çektiler, fezlekeleri çektiler.” (Dokunulmazlıkların kaldırılması veya parti kapatılması ihtimallerine ilişkin) Bunların hepsi ihtimal dahilinde olan şeyler. Ama bunlara kalkışanlar ve buna maruz kalanlar, tarih yönünde bir pozisyon tutacaklar. Ben kendi pozisyonumu tutmaya hazırım. Hodri meydan, yani denemesi bedava. Ama kapatmaya kalkanlar da tarih yönünde bir pozisyon tutacaklar. Şimdi mesela Sayın Demirtaş’ı, Figen Yüksekdağ’ı içeri atanlar, içeri atmayı savunanlar bugün şimdi ne noktalar? Parti kapatanlar, bugün ne noktada? Kayyım atayanlar ne noktadalar? Birazdan konuşuruz işte barış sürecinin yol haritasında bir, iki, üç… Bu yaptıkları yanlışlardan dönmek. İlk olarak o adımları atmaları gerekiyor. O yüzden şimdi durum böyle ama bir bakıma da başka bir perspektif geçen gün söyledim arkadaşlar da gülümsedi Ediler. Gazetelerde de 1.02 yer aldı. Durmuş şöyle biraz yukardan hani drone çekiyor ya bizim hani duran gibi yükselip de aşağıda ne oluyor diye bakarsan, Türkiye’de rejim şeytan değiştiriyor. Yani bundan önce rejimin şeytanı Kürt siyasi hareketi, onun siyasi partileriydi. Kürtlerdi, Kürt siyasetçilerdi veya onlardan o isteyen siyasetçilerdi. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’ni şeytanlaştıran, daha önce şeytan ilan ettiklerini artık şeytanlaştırmayı bırakıp onlara, onlarla müzakere eden ve haklarını teslim etme noktasına gelen ümit ediyorum öyle olur. Ondan sonra, ama diğer taraftan da bu sefer ülkenin kurucu Partisi’ni şeytanlaştırmak ve Recep’i şeytan değiştirdiği bir sistem. Buna millet Sessiz kalır mı? O ayrı bir mevzu.
Kent uzlaşısı davası aslında ismini DEM’in bir parti mi toplantısındaki bir tanımlamadan alıyor. Dem diyor ki ben seçimi kazanacağım yerde adayımı çıkaracağım, kazanamayacağı yerler de öyle gözü kapalı kaybettirme refleksi ile aday göstermeyeceğim. Bizim Ak Parti kaybetsin diye. Diyor ki belirlenecek aday derken suçu işlemeyecek, bütün seçmeni eşit davranacak, dezavantajlı grupları görecek ve kayıracak adaylar olursa benim seçmene ağırlıklı olarak benim seçmenimi gören ve güvenmeyen adayları olursa kent dışında bulunabilirim diyor. Bizde Türkiye ittifak iddiasıyla ve kentlerde kent ittifaklarıyla bir eğitimimiz var. Biz de diyoruz ki aday sadece CHP’nin değil aynı zamanda Kürt demokrasinin adayıdır. Muhafazakarların da adayıdır. Biz bile değil miyiz sitelerinde hepsine yer vereceğiz. Hatta benim yazım var diyorum ki bazı yerlerde ak Parti’den, bazı yerlerde MHP’den, bazı yerlerde dedemle geçmişte siyaset yapmış şimdi de kendi kitlesinde kanaat önderi olan oy getirebilecek isimler olacak. Bu isimlere itiraz etmeyin diyoruz. Bazıları çünkü onluk çıkarıp kendisininkini koyuyor falan. Benim özelliğim, benim kişisel olarak liderlik özelliğim yani yönetim anlayışım, liderlik özelliğim demiyim de şu bir iş yapıyorsam yapıyorum derim. Arkasından ve birisinden dolanmam. Örneğin kurultayda anahtar listemi çıkarıyorum. Eskiden dayanışma anahtar listesi, efendim il başkanlarının anahtar listesi, halkın anahtar listesi. Ben yazıyorum Özgür Ezel’in anahtar listesi. Sorumluluğu bende kardeşim anahtar liste benim. Kent uzlaşısı demle bir şey mi görüşeceğiz. Bu defalarca söyledim kimseyle uğraşmayın, sorumlusu benim ben dedim. Demenin kent uzlaşması diye tarif ettiği şeyi de ya da başka partilerle işte Manisa İttifakı’nda, Bakırköy ittifakında kuran benim. Genel başkanı olarak sorumlusu da benim. Burada dem Parti ile görüşerek, dem Parti’de siyaset yapmış bir takım öne çıkan kanaat önderleri ile görüşerek onları listelerimize koyduk. Onlara Belediye messlerinde temsil imkanı verdik. Hatta bazen o kadar güçlü katkı yapanlar oldu ki onların belediye başkan yardımcılığını hak edecek kadar katkıları oldu. Tuttular bunu aldılar ve diyorlar ki demin seçim kazanamayacağı yerlerde kent uzlaşı adında Kürtlerin listelerden aday gösterilip temsil hakkı kazanıp belediye ve yönetimi de söz sahibi oldular. Demokrasi bu. Ben bunu yaptıysam bunu Tuncer Bey yapabildiyse, bunu benim adayım, o belediye üyesi yaptıysa hakikaten buna demokrasi ödülü vermek lazım. Çünkü birisi o kentte dışarıda kalıyormuş. O temsil hakkı kazanmış, söz söylemiş. Ne karşılığında? Verdiği oy, temsil ettiği kitle, oradaki bu popülasyonu temsilcisi olarak yapmış. Demokrasi bu değil değil mi? Yoksa ben senden bir fazlayım her şeyi ben yapayım dememişiz yani. Bir işbirliği yaparak da başarı elde etmişiz. Bu kadar net. Bunu kriminalleştirdiler, Tutuklamalar yaptılar, sonra süreç icabı geçen hafta işte o kişiden sekizini bıraktılar. Ama sizin dediğiniz sayın Mehmet Ali Çalışkan mesela, ebru hanım. Emre Özdemir .kent uzası davasında iddianame bekliyor. Bir diğeri mahir Polat. Odaya yatacaktı sağlığından ev hapsine hepsinde iddianame bekliyor. Bunlar tutuklu olan ya da ev hapsinde olan. Böyle bir acayip durum var. Şişli’de, Esenyurt‘ta, Ovacık‘ta bizim, on yerde de Dem Partinin kayyımları var. 13 tane de kayyım var. Şimdi burada bir suç olmadığını artık herkes kabul ediyor. İşte sürecin içinde adımlar atılacak. Tayyip Bey ne diyor? Efendim Kayımlar artık bir istisnaya dönüşecek. MHP Kayyımların kalkması gerektiğini söylüyor. Oysa bundan bir yıl önce bu suçtu. İnsanlar halen daha bundan dolayı içeride. Bu meseleyi devlet kendisi açısından büyük bir mesele yapıyordu. Neden? Parti devletine dönüşmüş. Ak Parti’yi kaybettiren devlete karşı işlenmiş suçtur diye düşünüyorlar.
Gelelim size bu şey meselesi Stokholm sendrom meselesi. Aslında o kadar doğru yere temas eden bir iştir ki boşu boşuna hiç demek dediklerim de buna cevap vermek zorunda kaldılar. Metin ortada. Ben metni kime yolladıysam Allah Allah Allah diyor? Dedim ki ayıptır söylemesi Promter’dan okudum yani. Şöyle bir mevzu var. Diyorum ki 31 Mart‘taki darbeden sonra bütün partiler büyük bir dayanışma gösterdiler, hepsine müteşekkiriz orada ve burada. Ayrıca diyorum DEM Partinin eş Genel başkanlarının hapiste olması, zafer Partisi’nin genel başkanının beş ay hapiste tutulmuş olması ve 19 Martlar besi bizzat partilerden çok halkın seçmen hakkına vurulmuş darbelerdir diyorum. Hangi siyasi partiden olursa olsun? Siyasi partiden olursa olsun. Herkese Stokholm sendromuna karşı uyarıyorum. Celladınıza aşık olmayın diyorum. Ama burada bir gerçeklik var. Bir grup seçmen de, insanda bu gerçekten bir hissiyata karşılık gelip, dönüp bu dememi söyleniyor. Ben söylemediğimi DEM’in Eşgenel Başkanlarına sağ olsunlar beni aradıklarında tebrik için o zaman da söyledim, şimdi de söylüyorum, geçmişte de söyledim. Mevzunun kendisi böyle bir akış. Ama bundan böyle bir anda tabii mesela şey var ya. Biraz önce de söyledim. HDP kapatılmalıdır, kapatılmazsa anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır lafını söyleyenler şimdi demokrat kesilince veya çözüm sürecine bir müttefik olunca, tabanı bir edilgen, alıngan davrandı. Ama aslında biraz da içinde bulundukları durumun hassasiyetinden dolayı ve DEM yöneticileri de bunu ben anlıyorum, hak veriyorum canları sağ olsun. Bunun üzerinden cevap verdiler. Benim niyetim hangi siyasi partiden olursa olsun hepimize bir hatırlatmaydı. Hiçbir sıkıntımız yok şöyle söyleyeyim bizim demle ilişkileri bozma lüksümüz yok. Bu bir siyasi çıkarlar açısından değil Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma, birlikte bir ortak yarına yürümek için DEM’le CHP ayrı düşemez. Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbiriyle ayrı düşünemez. Ben 19 Mart, 26 Mart arası Saraçhane‘de otobüsün üstünde aynı anda hem Selahattin Demirtaş‘ı, hem de Zafer Partisi’nin genel başkanının meselesini söyledim. İlk başlarda bunu söyleyince DEM’liler ve kitlenin geneli, bu tarafı söyleyince Zafer partili gençler ve geneli alkışlayıp bu kısma bunlar bu kısma bunlar homurdanıyordu. Çünkü arada bir gerilim var. Ama bizi ısrarla kurtuluş yok tek başına hayat beraber ya hiçbirimiz, bu bir demokrasi meselesidir, Sayın Ümit Özdağ ile Sayın Selahattin Demirtaş taban tabanına zıt olabilirler siyasetten. Ama bir gerçeklik var. Onları var eden ve var edecek şey sandıksa, önce biz sandığı kuracağız hep beraber. Demokrasiyi kurtaracağız. Sonra elbette yarışacağız. Sonra en sert rekabet olacak. Kimse öbürü ile kolkola durmak durumunda değil. Yan yana durmak durumundayız. Neye karşı? Otokrasiye karşı.”


