Bazen bir saatin tik takları değil, sustuğu an anlatır her şeyi. Bize zamanı öğreten saatler, çoğu kez bize zamanın kendisini unutturur. Oysa bir duvarda durmuş ibrenin gösterdiği o tek an, geçmişin rengine bulanmış bir yara gibi kalır bellekte.
Bir gün, yaşlı bir evin salonunda durmuş bir saat gördüm. Yelkovanı üçü geçmişti, akrebi hâlâ bir yerlerde takılıydı. Sanki biri zamanla kavga etmiş, sonra da yorulup teslim olmuş gibiydi. Ama o duruşta bir çığlık vardı:
“Zaman sadece geçmez; bazen içeride kalır.”
Bugün her şey hızla akıyor. O kadar hızlı ki bazen bir günü yaşadık mı, yoksa sadece tamamladık mı, ayırt edemiyoruz. Sabah çalan alarm bir günün başladığını fısıldıyor, ama hangi gün olduğunu söylemiyor.Takvimler dolu; içimiz ise tuhaf bir boşlukta.
Eskiden insanlar zamanı gökyüzünden öğrenirdi. Bulutların gölgesiyle, güneşin eğimiyle, rüzgârın yönüyle. Şimdi ise cebimizde, kolumuzda, masamızda duran ışıklı ekranlar var. Ama o ekranlar zamanın ruhunu taşımıyor. Sadece “geçti” diyor, “bitti” diyor. Ama hiçbiri “ne hissettin?” diye sormuyor.
Zamanla aramız bozuk. Onu yönetmeye çalışıyoruz; listelerle, uyarılarla, unutmamak için yazılmış binlerce notla. Ama asıl mesele şu: Zamanı unutmaktan değil, kendimizi kaybetmekten korkmalıyız. Çünkü bazı anlar vardır; insan bir saatin içinde kalır, oradan çıkamaz artık.
Kırık saatler, zamanın hafızasıdır. Çalışmazlar ama unutturmazlar. Duvarda durmuş bir ibre gibi, içimizde durmuş bir cümleyi tutarlar. Söylenmemiş bir söz, ertelenmiş bir veda, hiç yaşanmamış bir sarılma gibi…
Bazı insanlar da böyledir. Yanlarına gittiğinizde zaman ağırlaşır. Sözleri uzar, sessizlikleri çoğalır. Kırık bir saatin gösterdiği gibidirler. İçlerinde durmuş bir şey vardır. Ve işte bu yüzden değerlidirler. Çünkü zamanın geçmek değil, bir yerde kalmak olduğunu hatırlatırlar.
Ve belki de bu yüzden kırık bir saat, çalışan bir saatten daha gerçektir. Çünkü bir ânı, bir duyguyu, bir eksikliği saklar içinde. Bir zamanı değil; bir hissi gösterir.
Bugün sen de bir saatin durduğu yere bak. Belki orada, seni bekleyen eski bir halin vardır.Belki de tam o anda söyleyemediğin bir cümlenin zamanı donup kalmıştır.
“Zaman, mekân gibi yan yana dizilemez; iç içe geçer. Gerçek zaman, yaşanan zamandır. ”— Henri Bergson
Unutma: Zamanı en çok, sustuğumuzda duyarız. Ve bazen en derin değişimler, hiçbir şey yapmadığımız anlarda olur. Çünkü asıl olan geçip gitmek değil; bir yerde kalabilmektir. Bir an, bir bakış, bir dokunuş… Zamanın eline batan bir hatıra gibi.