On bir yaşındayken annem, babam ve ben Söğüt’e gidiyoruz. Trenle… Söğüt’e kadar giden tren yok. Yolda bir yerde iniyoruz. 1941 yılı, savaş yılları… ‘Posta’ dedikleri bir otobüs var. Hem trenden gelen PTT evrakını alıyor, hem de yolcuları… Çok külüstür bir araba. Posta arabası bizi aldı. Sonra ‘Mebus Bey’ denilen bir kişi ile birlikte peşinden koşarak eşyasını taşıyan adamları aldılar. Bizim arabaya bindiler. Önümüzdeki sıraya oturdular. Babamla şöyle bir selamlaştılar. Biraz sonra araba hareket etti. ‘Nasılsınız? İyi misiniz?’ gibi konuşmaların ardından Mebus Bey beni gösterdi.
‘Okuyor mu?’ diye sordu.
Babam ‘Aman efendim çok şikayetçiyim’ dedi. ‘Ne kadar harçlık verirsem hepsi dergiye, gazeteye, bilmem neye gidiyor’.
O zaman gazete kağıdından yapılan paketler, kesekağıtları olurdu. ‘Onları bile açıyor okuyor’ dedi babam.
Mebus Bey ‘Eee! Cemal Bey herkes çocuğunun okumasın ister. Sizin oğlunuz maşallah okuyormuş, bakın ne güzel’ dedi.
Mebus Bey bana döndü. ‘Oku evladım oku’ dedi. Okumak kadar güzel bir şey var mı?’.
Biraz sonra Söğüt’e vardık. Eniştem ve teyzem bizi karşıladı. Evlerine giderken enişteme sordum. ‘Bu Mebus Bey kimdir?’ diye…
“Ha o mu! Bilecek Mebusu Memduh Şevket Esendal’ dedi.
Tam 42 yıl sonra ben onun kitaplarını yayınlamak şerefine erdim.” (1)
Ahmet Tevfik Küflü bir çocuk olarak bindiği trende dönemin ünlü yazarlarından Esendal ile karşılaşır ve bu böyle ilginç bir anıyı bizlere emanet bırakır. Öyle ki Esendal’ın dediği gibi okumuş, Bilgi Yayınevi’ni kurmuş ve tam 42 sene sonra bu önemli yazarın kitaplarını yayınlamıştır.

*Küflü 1956’da Sakarya Caddesi üzerinde açtığı kitabevinin önünde. Kaynak: Bilgi Yayınevi.
“Ya Benim Serüvenim”
Tevfik Küflü verdiği mülakatta “Kitap merakım çocukluğa dayanıyor. Ankara’da Necatibey İlkokulu’na gittim. İftiharla söylüyorum. Mustafa Kemal’in yaptığı Harf Devriminin ilk uygulayıcısı okula adını veren Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’dir” diye bahseder. Gittiği bu okul 1931’de açılmıştır ve günümüzde de ayaktadır. Bülent Ecevit, Ceyhun Atuf Kansu gibi isimler bu okulun öğrencileri arasındadır.
Küflü’nün kitap sevgisi dediği gibi çocuk yaşta başlar. Eline ne alırsa okur. Benim yolum ise 1990’larda kesişir onunla…
Henüz çocuk yaşta… 1995-1996 gibi muhtemel… Soğuk bir kasım ya da aralık ayı… Annemle Sakarya Caddesi’ndeki Bilgi Yayınevi’nin kitap satış mağazasına gidiyoruz. Annem bana kitap almak istemiş ben de bir hayli keyifliyim. İçeri girince bir çan sesi işitildi. Kitap kokusunu hemencecik duyumsadım. Kitabevinin dört bir yanı kitap haliyle… Zihnim yanıltmıyorsa tam ortada da uzunca borulu bir soba… Hemen girince ileride, sağ köşede bir adam: Ahmet Tevfik Küflü… Tabi yayınevinin sahibi olduğunu bilmiyorum. Benim gözümde orta yaşı geçkin hatta yaşlıca bir adam… Siluet halinde… Fonda ise bir aralık maç sesi işittim. Radyoda Ankaragücü ya da Gençlerbirliği’nin olsa gerek; maç anlatan bir sunucunun sesi… Bu yaşlıca adamın oradan geliyordu ses. Göz ucuyla süzdü beni. Oralı olmadım. Gençten bir görevli diğer tarafta… Annemle beni süzüyor. Ben ne alacağımı elbette bilmiyorum. O aralar Orhan Kemal’in Cemile adlı kitabını edebiyat öğretmenim okumamı istemiş, dili ve konusu ağır gelmiş ve okuyamamıştım. Fark etmiş olacak ki Ahmet Tevfik Küflü seslendi görevli personele…
“Nazım Hikmet göster! Attila İlhan göster!”
“Hemen!” diye karşılık buldu bu cümle…
O an kitapçının sahibi olduğunu anladım. Görevli bana Nazım Hikmet ve Attila İlhan kitaplarını gösterdi. Aldık.
Küflü, giderken sesleniyor bana “Çok oku çok!”
Gülümsüyorum.
Eve döndük. Zihnimde kalan işte o siluet; yaşlıca bir adam…
Sene 2007… Ankara’da bir TV dizisinde senaryo yazarı görev yapıyorum. Bir yandan da 12 Eylül hakkında kitap yazıyorum. Adı Kırkikindi Yağmurları… Kitap bitiyor. Ünlü edebiyatçı ve aynı zamanda yazarlık derslerime giren Ahmet Yurdakul’a soruyorum:
“Hocam sizin kitaplarınızı Bilgi Yayınevi basıyor, benim kitabımı da oraya verebilir miyiz?”
Ardından Bilgi Yayınevi’nin yayın yönetmeni Biray Üstüner’e Ahmet Hoca telefon açıyor, dosyamı alıp teslim ediyorum. Seneler önce gördüğüm adam orada… Ahmet Tevfik Küflü…
Yayınevinde camlı bir odada, yanında Turgut Özakman… Sohbet ediyorlar.
Üstüner soruyor “Kaç doğumlusunuz?”
“1982”
“Kitap 12 Eylül 1980’de geçiyor, yazarken zorlandınız mı?”
“Epey araştırdım, dönem tanıklarını dinledim…”
“Peki”
25 yaşında, 12 Eylül gibi ağır bir konuyu ele almam elbette yadırganıyor.
Bir hafta sonra Biray Üstüner arıyor beni: “Kitabınızı beğendik ve basıyoruz”
Ne büyük bir mutluluk…
Ülkenin içindeki koşullar neticesinde bu kitap 2010 senesine kadar basılamıyor. Başka bir yayınevine vermek istiyorum. Kabul ediyorlar. O başka yayınevi de kitabı okuyor, beğeniyor ve basıyor.
Ve vefat ediyor Küflü… 13 Şubat 2010’da…
Zaman geçiyor.
2020… “Atatürk’ün İzindekiler” adlı kitabım ardından bir sene sonra da “Bağımsızlık Yolu” adlı kitaplarım Bilgi Yayınevi’nden çıkıyor.
Ne büyük mutluluk…
Küflü ile Esendal’ın 1941’deki buluşması gibi 1995 ya da 1996’daki bizim Küflü ile yollarımızın kesişmesi benzer bir durum. Aynı söylem, aynı nasihat: “Çok oku çok”
20 yıldır çok okuyorum, çok yazıyorum… 20 kitabım yayınladı…
Ahmet Tevfik Küflü ile bir daha hiç görüşmedik, görüşemedik. Yine de bu anı kaldı geriye… Yaşasa yanına gidip bu anıyı anlatırdım. Huzurla uyusun… Ama o nasihat hâlâ kulaklarımda:
“Çok oku çok…”

(1) Çoluk Çocuk Dergisi, A. T. Küflü röportajı – Kitapların arasından… , Kasım 2005, s. 48.