1955 senesinin soğuk bir kış günü… Ankara Bahçelievler’de 36. Sokak 4 numaralı kooperatif evinin 2 numaralı dairesi… Burası bir bodrum katı… 1955’e dönüp o gün kapının eşinde elinizi kapıyı çalmak için zile uzatsanız bir an için tereddüt yaşardınız. Neden mi? Çünkü içeriden dışarı taşan o hararetli tartışmayı fark ederek zili çalmaya çekinebilirdiniz.
“Aman efendim olur mu öyle şey! Ben şimdi yalan mı söylüyorum yani!”
“Rica ederim efendim! Onu mu demek istedim! Devam edin lütfen! Devam edin!”
“Etmem! Kati surette etmem!”
“Darılmayın! Hadi devam edin hadi!”
“Valla etmem!”
“Edin dedim efendim! Aaaa!”
“Hııım! Edeyim mi yani?”
“Aaa! Hadi buyurun!”
“İyi madem edeyim”
Evet… 1955’e gidebilseydiniz bu hararetli konuşmanın tam ortasına bu şekilde denk gelirdiniz. Bu ikiliyi Ankara’da buluşturan ise askerlik vazifesiydi. İkisi de Yedek Subay Okulu’nda öğrenci… Biri 27 yaşındaydı, evli, iki de çocuğu vardı. Diğeri ise 34 yaşında, o da evliydi ve bir çocuğu vardı. İkisi de geç kalmıştı askerlik için… Altan fıkra yazarıydı, radyoda kimi zaman programlar yapıyor, kimi zaman gazetede yazıları çıkıyordu; Gürsey ise üniversite hocaydı.
Bahsini ettiğimiz bodrum katı da Altan’ın eviydi. Kimi zaman ‘evci’ olarak çıktıklarında bu bodruma gidip sohbet ederlerdi.
O gün Altan sordu: “Eee şimdi ne iş tutuyorsun anlat hele?”
Gürsey “Londra Üniversitesi ve Cambridge Üniversitesi’nde eğitim aldım. Şu an İstanbul Üniversitesi’nde matematik bölümünde doçentim”
“Yaaa” dedi garipseyen bir edayla Altan…
Gürsey “Bir de makale hazırlıyorum. Pauli Transformasyonu üzerine… Dünya çapında ses getirecek bak görürsünüz!”
“Yaaa” dedi garipseyen bir edayla Altan… Düşündü içinden “Herif düpedüz benimle dalga geçiyor!”
Gürsey açıklamaya çalıştı. Çalışmalarından bahsetti. Dünyaca ünlü bilim insanı Albert Einstein ile bir tez konusunda tartıştığını söyledi.
Altan inanmaz bir edayla “Yaaa” dedi. “Demek öyle ha? Einstein! Şu bildiğimiz büyük fizik bilgini ve Görelik Kuramı’nın yaratıcısı Einstein? Demek senin teorinle ilgileniyor ha!”. Sonra da sesinin en alaycı ve en incitmeyecek tonuyla “Güzel, çok güzel” diye tekrarladı.
Gürsey, Altan’ın alay kokan hayretlerine aldanmadan öfkelenmeye de mahal vermeden, sakin sakin anlatmaya devam etti.
Sonra Altan atıldı “Eee peki! Einstein ile hiç yüz yüze konuştun mu sen?”
“Yok” dedi Gürsey.
“Eee! Peki nereden biliyorsun teorinle ilgilendiğini?”
Gürsey cebinden bir mektup çıkararak uzattı.
Altan umursamaz bir tavırla “Ne bu?” dedi.
Gürsey “Mektup! Einstein’dan…”
Altan ne de olsa fıkra yazarı, en âlâ şekilde matrak geçmeye yeltenirken bir an duraksadı. Üç sayfalık mektubun altında Einstein’ın imzasını gördü. Parmaklarıyla ovuşturdu gözlerini…
“Yani?”
Gürsey “Yani yalan mı söylüyorum efendim! Alın işte bakın!”
“Yalan söylüyorsun mu dedim efendim! Aaaa! Devam edin lütfen!”
“Etmem! Kati surette etmem!”
“Edersin! Edersin hadi…”
Gürsey derin bir iç çekişin ardından devam etti. “İlk bakışta çılgınca görünen çok aşamalı, çok görkemli bir iddia bu. Güneş düzeninin ’manyetik çekim alanlarına’ göre biçimlenmiş olmasından hareket ederek; bir de bu ‘çekime dayalı düzene’ karşı, ‘itime dayalı bir düzenin’ bulunması gerektiğini ileri sürüyorum”
Altan şaşkınlıkla “Yaaa” dedi.
Gürsey devam etti “Madem ki evrende her tez’in bir antitez’ var; öyleyse ‘çekime’ dayalı güneş düzeninin anti-tez’i olarak da ‘itime’ dayalı bir başka düzen daha olması gerekmez mi?”
Altan anlamaz bir edayla “Gerekir mi?” diye sordu.
Gürsey “Gerekir efendim! İşte ben de Einstein’a bunu söyledim.”
Altan “Ne dedi peki?”
Gürsey “Reddetti! Güneş düzeninde tez’le anti-tez’in, ‘Çeken’le ‘Çekilen’ arasında zaten oluştuğunu; ayrıca ‘itime’ dayalı bir başka düzenin söz konusu olamayacağını yazmış bana. Alın okuyun”
Altan şaşkınlıkla mektuba baktı. Hiçbir şey anlamadı.
Altan yıllar sonra bu anları anlatırken “Gürsey ile benim bodrum katında işte bunları konuşuyorduk. Daha doğrusu bahtsız Gürsey, başka seçeneği olmadığından eksi sonsuzlarla artı sonsuzlar diyalektiğini tartışmak için benimle yetinmek zorunda kalıyordu. Tıpkı bir dünya tenis şampiyonunun çaresizlikten mahalledeki bakkalın çırağıyla tenis oynamaya kalkması gibi…”.
Ankara’daki Yedek Subay Okulu’ndaki bu birlikteliğin ardından ikilinin yolları ayrılır. Gürsey ABD’ye döner. Princeton, Columbia, Berkeley, Yale üniversitelerinde ileri düzeyde bilimsel çalışmalarda görev alır. Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’nda çalışır. Yale Üniversitesi Fizik Bölümü başkanlığına kadar yükselir. Bu önemli çalışmalarının neticesinde 1969’da ise Nobel Fizik Ödülü’ne aday gösterilir. Yine 1969’da TÜBİTAK, 1977’de Oppenheimer ödülünü kazanır. 1984’te İtalya’dan Commendatore Nişanı’yla ödüllendirilir. Dünya çapında sayısız birçok ödüle hak kazanır. Gürsey’in aldığı belki de en ilginç ödül ise 1955’te o bodrum katında mektuplaştığı Einstein adına verilen Einstein Madalyası’dır. İşte bu anlamlı ödülü 1979’da Gürsey kazanır.
Gürsey’in teorisi Einstein tarafından kabul edilmese de bilim dünyasında ses getirir mi bilinmez… Ama Gürsey dünyadaki en önemli fizik otoritelerinden biri olur ve bilim dünyası onu “Feza Gürsey” olarak tanır. Altan ise yıllar sonra tanınmış bir gazeteciye dönüşür; yani Çetin Altan’a… Farklı kulvarlardaki bu ikili 1955’te Ankara’da Bahçelievler’deki iki odalı bu bodrum katında bir süre arkadaşlık yapar.
*Feza Gürsey (Boğaziçi Üniversitesi Arşivi)
Einstein’ın o mektubu kim bilir nerededir şimdi ve daha nice anılar kim bilir hangi satır aralarında gün ışığına çıkmayı beklemektedir? Belki de o anılar fezaya yükselmiş ve çoktan yok olmuştur fısıltılarla… (*)
(*) 17 Nisan 1992 Sabah gazetesi, 1958 Ankara telefon rehberinden yararlanılmıştır.