1938… İstanbul Sıraselviler Caddesi’nde, Alman Hastanesi’nin karşısındaki bir apartmanın birinci katına çıktı iki kişi… Gelenlerin biri Atatürk’ün Özel Kalem Muavini ve Dolmabahçe Sarayı Protokol Şefiydi. Zili çaldılar ve açıldı kapı…
“Buyurun!” dedi bir kadın kapının aralığından başını uzatarak.
Adam “Gazi hasta olduğu için dışarıya çıkamıyor, sizi Dolmabahçe’ye davet ediyor” dedi.
Şarkı söylemesi için Gazi davet ediyordu kapının eşiğindeki şaşkın kadını. “Elbette” dedi “hemen…”
Dolmabahçe Sarayı’na ulaştığında denizi gören bir odada Atatürk bekliyordu kendisini. Öptü elini… Biraz sohbet ettikten sonra “Atam, çoktandır okumamıştım izin verirseniz, sevdiğiniz bir türküyü okumak istiyorum” dedi.
Atatürk başıyla onayladı “Oku bakalım Kara Kız!”.
Atatürk’ün ‘Kara Kız’ diye seslendiği bu güzel sesli sanatkâr başladı okumaya… Daha önce de gelmişti Dolmabahçe’ye. Gazi’nin karşısına çıkıp türküler söylemişti. O günde yanık bir Rumeli türküsü söyledi. Daldı gözleri Atatürk’ün… Gitti aklı Selanik’e… Hatırladı anasını, doğduğu toprakları… Birkaç şarkının ardından kalktı Gazi yerinden. Teşekkür etti. Ardından da “Kara Kız! Hep sen bize geliyorsun, bir gün de sen bizi davet et!”
Kara Kız şaşkınlıkla duraksarken Gazi devam etti “Yarın sana kahve içmeye geleceğiz!”
Kara Kız şaşkınlıkla mırıldanarak “Bana mı?”
“Evet sana”
Gazi süzdü karşısındaki güzel sesli sanatçıyı. Düşündü Kara Kız. Üç odalı evinde öyle aman aman bir eşyası yoktu. Salonunda iki sandalyecik bir de ayağı kırık tahta masası vardı anca… Salon takımı yok ki nereye oturtsun Gazi Paşa’yı… Duvarların da sıvaları dökülmüştü. Kahve ikram edeyim dese fincanlarının kulpları kırıktı. ‘Evim Gazi Paşa’yı ağırlamaya layık değil ki’ demek istedi. Ama Atatürk ile göz göze gelince bu yoksunluğu ifade edemedi. Hem gururluydu hem de endişeli… Yutkundu. Gazi, Kara Kız’ın zorda kaldığını anlayarak “meraklanma yemeğe gelmeyeceğim, seni masrafa sokmayacağım, sadece kahve içeceğiz o kadar” dedi.
Kara Kız duraksadı. “Benim için en büyük şerefi bahşediyorsunuz Atam” diyerek eğildi, Gazi’nin elini öperek odadan çıktı.
Kara Kız birkaç adım önde… Uğurlamak için arkasından gelen Şükrü Kaya ve Kılıç Ali… Dolmabahçe’nin uzun ve engin derinlikli koridorlarında kaygıyla ilerlediler. Birden durdu Kara Kız. İç içerek ve büyük bir güçlükle arkasındakilere döndü, Gazi Paşa’yı evinde ağırlamaktan büyük bir mutluluk duyacağını ama evinde eşya olmadığını söyledi. Hatta doğru dürüst fincan takımı bile olmadığını anlattı. Şükrü Kaya ve Kılıç Ali bakıştı bir an, ‘tamam’ dercesine başlarını salladı. Sonra da Kara Kız bir şey demeden ayrıldı Dolmabahçe’den…
O gece Tepebaşı Gazinosu’nda şarkı söylerken aklı hep Gazi’deydi. Düşündü ‘Ya yarın Paşa Hazretleri evime gelirse onu nasıl ağırlayacağım?’. İçi içini yiyordu. Program bittikten sonra Sıraselviler’deki evine döndü, sabaha kadar gözüne uyku girmedi.
*Sıraselviler Caddesi’ndeki apartman (Kaynak: herumutortakarar.com)
Sabah tekrar kapısını çalındı Kara Kız’ın. Gelen bir polisti.
“Buyurun”
Polis evdeki kırık dökük eşyayı alacaklarını söyledi. Kara Kız şaşırdı. Zaten iki sandalyesi bir de eski masası vardı. Garipseyen gözlerle karşısındaki polise baktı. “Anlayamadım” dedi.
Polis izah etti. Hamallar evdeki eski eşyayı alacaklar, yerine yepyeni eşyayı eve taşıyacaklardı.
Kara Kız “Kim gönderdi peki bunları?”
Özel Kalem Muavini ve Saray Protokol Müdürü geldi o sıra. Yanıtladılar… Kendilerini Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın gönderttiğini söylediler. Aldıkları emir gereğince İstanbul’un en ünlü mobilyacılarından Grigotis’ten iki kamyon dolusu salon takımı getirdiklerini izah ettiler.
Kara Kız’ın gözünden bir damla yaş süzüldü. Kara Kız bir kenarda mutlulukla ağlarken hamallar eve yeni mobilyaları bir bir koymaya başladı. Adamlar gittikten sonra eve alıcı gözle baktı Kara Kız, “Artık Ata’mı şimdi gönül rahatlığıyla bu saray gibi evde ağırlayabilirim” diye yaşlı gözlerle gülümsedi.
Ve bekledi… Telefon çalacak ve Gazi’nin geleceğini haber vereceklerdi. Sonunda çaldı o telefon. Arayan Şükrü Kaya’ydı. Hâl hatır bile sormadan girdi konuya; “Maalesef Gazi Hazretleri hasta. Dün onu Rumeli türküleriyle neşelendirdiniz ama sonradan sancısı tuttu. Doktorları Akil Muhtar Bey ve Neşet Ömer Bey kesinlikle istirahat etmesini, iki gün yataktan çıkmamasını söylediler. Bu nedenle istirahatte olan Gazi Hazretleri size kahve içmeye gelemeyecekler”
Kara Kız telefonu kapattığında göz yaşlarına boğuldu. Biliyordu zaten Gazi’nin hasta olduğunu…
Ve dayanamadı amansız hastalığa… Kahve içmek için ziyaret edecekti ama sözünde duramamıştı Gazi Paşa. Kara Kız evdeki mobilyalara baktı, Ata’nın yadigâraydı onlar… Ve 10 Kasım 1938’de ebediyete göçtü Ulu Gazi. Sıraselvilerdeki o evi de hiçbir zaman ziyaret edemedi.
Kara kız sadece Gazi’nin değil Türk milletinin en sevdiği seslerden biri oldu yıllar içinde. Ata’nın emaneti o mobilyalara gözü gibi baktı, Etiler’deki iki katlı villasının alt katında muhafaza etti yıllarca. Adeta bir müze gibi…
Kara Kız zaman içinde meşhur oldu, çok para kazandı. Oturmakta olduğu Sıraselviler Caddesi 24 numaradaki apartmanı da zaman içinde satın aldı. 1998’de vefat edince de tüm servetini ve dişinden tırnağından artırarak aldığı bu apartmanı Türk Eğitim Vakfı’na bağışladı.
Günümüzde de bu apartmanın önünde Vakfın minnettarlığa binaen “Safiye Ayla Targan tarafından Türk Eğitim Vakfı’na Bağışlanmıştır” yazmaktadır.
*Atatürk’ün ‘Kara Kız’ diye seslendiği Safiye Ayla.
Evet, Atatürk’ün sesine hayran olduğu, mobilya gönderdiği sanatçı yani ‘Kara Kız’ yani Safiye Ayla’dan başkası değildi. Yıllar içinde Atatürk’ün sevdiği şarkıları da okuyarak albüm yapan Ayla yıllarca Atatürk’ün kendisine armağan ettiği mobilyaları titizlikle saklamıştır. Safiye Ayla’nın Ata’nın huzurundaki birçok anısı bilinirken, satır aralarında kalmış bu anlamlı hatıra Gazi’nin insani özelliğine dair bizlere çok şey anlatmaktadır.
(*Şemsi Sılkım, “Şöhret: Bir Zamanlar Türkiye” kitabından yararlanılmıştır.)