Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel ile Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ülke Politikaları Vakfı (ÜPV) tarafından düzenlenen, “Modern Hukuk ve Yargının Siyasallaşması” konulu panele katıldı. Caddebostan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen panelde, sırasıyla; ÜPV Başkanı Doğan Subaşı, Kadıköy Belediye Başkanı Mesut Kösedağı, İmamoğlu ve Özel birer konuşma yaptı.
ÖZEL: “İLK YAPTIKLARI İŞ YARGIYI ELE GEÇİRMEK OLDU”
“Hakimler, savcılar, devlet memurları bir iktidar partisinin memuru haline geldiğinde, yargı siyasallaştığında ne olduğunu hep birlikte yaşıyoruz” diyen Özel, özetle şunları söyledi:
“İlk yıllarında hak etmedikleri ama yaptıkları takiyeye aldananların, onlardan demokrasi umdukları, Avrupa Birliği’ne doğru, tam üyeliğe doğru bir yol yürüyüşü umdukları bir kredi verildi onlara. O kredinin kendisi bile ülkede dolaşan, dünyada dolaşan sıcak paradan Türkiye’yi baya nasiplendirdi. Zaten kendisinden önceki hükümetin ortaya koyduğu, bedelini ödediği katı politikalar sonuçlarını vermeye başlamıştı. Üstüne de ülkeye demokrasi vaat ettikleri için, gerçek niyetlerini ustalıkla gizledikleri için yatırım da geldi, sıcak para da geldi. Borsa da yukarıya doğru gitti. Maalesef, bugünkü yoksullaşmanın müsebbibi, biraz önce ifade edildiği gibi beceriksizler. O gün sanki kabiliyetli, yetenekli, becerikliymiş gibi göründüler. Aldıkları kredi onları iktidara, büyük bir krizden sonra geldikleri iktidara tutunmaya, güçlendirmeye, güçlenerek bazı olanakları kullanmalarına imkan tanıdı. İşte o imkan ele geçer geçmez ilk yaptıkları iş, yargıyı ele geçirmek oldu. Burada güzelim logosu var. Savaş meydanlarından hepimize haber versin diye kurulmuş Anadolu Ajansı’nı bir partinin emrine sokmak. Hepimizin vergileri ile kamu yayıncılığı yapması gereken TRT’yi kendi borazanları haline getirmek, muhalefete bu alanları kapatmak, en zor zamanda en doğru haberi her şartta vermesi gereken Anadolu Ajansı’na haberi kaynağında sansürletmek, ellerindeki kamu gücüyle, yargıyı var güçleriyle ele geçirmek için ellerinden ne geliyorsa artlarına koymamak… O dönemde taşeronları Fetullahçı terör örgütü diye sonradan afişe olacak, yargılanacak, ceza alacak yapıydı. Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk, şike davaları, aklınıza ne geliyorsa hepsini birden… ‘Devrimci Karargah davası’ diye bir dava vardı mesela. Sabahleyin şöyle dönüp notlara bakarken ‘A bu da vardı’ diyorsunuz. Hepsini bu milletin örneğin en iyi yetişmiş, Atatürkçü subaylarına şahsi namuslarına fuhuş, mesleki namuslarına casusluk lekesi sürecek kadar gözleri dönmüştü. Sonradan öğrenildi ki şimdi o iddianameyi yazanlar Silivri’de. O iddianame yazılırken çatıda olan kişi sıçan gibi yurtdışına kaçtı.”
“KÖTÜLÜK HALA BURADA, İKTİDARDA”
“Ama o günkü taşeron vardı. Şimdi biz diyoruz ki ‘FETÖ vari yöntemler.’ Ben de dün bir arkadaşım Parti Meclisi’nde bir değerlendirme yaparken anladım ve utandım kendimden. ‘FETÖ vari yöntemler kullanıyor’ dedi diye. Sanki esas kötülük FETÖ’de, bunlar ondan esinleniyormuş gibi oluyor. Oysa esas kötülük hala burada. İktidarda, başımızda. O günkü alt işveren FETÖ’ydü, bugünkü alt işveren Akın Gürlek. O günkü üstlenici FETÖ’ydü, Zekeriya Öz’dü. Bugünkü üstlenici, taşeron Akın Gürlek. Yarın bu hangi suç örgütü ismiyle anılır, bugün yaptıkları organize kötülük nerelere varıyordur, nerelere uzanıyordur, nereleri kirletiyordur, nereleri sömüyordur? Hangi maddi ilişkiler de çıkacaktır? Bir tarafında silah var mıdır? Bunu tarih gösterecek bize. Ama emin olun tekerrür edecek. Niye tekerrür edecek? Çünkü esas kötülük başımızda ve o güç elinde olduğunda kendi korkusunu bastırmanın başka bir yolunu bilmediği için, kendi korkusunu görünmez kılmak için bizi korkutmaya, bizi sindirmeye, bizimle uğraşmaya başlıyor. Bir kere bunu görürerek ilerlememiz gerekiyor. Ben bundan sonra dilim sürçmedikçe ‘FETÖ’vari işler yapılıyor’ demeyeceğim. ‘FETÖ’ye yaptırdıklarını şimdi de bunlara yaptırıyor’ diyeceğim. O gün FETÖ yapıyordu, o gün FETÖ ve savcıları bu kadar umarsız, bu kadar gözü dönmüş, bu kadar talimat almaktan utanmayan şekilde. Düşünsenize; bu insanların aileleri var, yakınları var, okul arkadaşları var, üniversitede birlikte kantinde çay içtiği insanlar var. Ne yaptıklarını hepsi görüyor. Bütün meslektaşları görüyor. Ailesi görüyor. Akrabaları görüyor. İnsanın aldığı bir talimatla bunları yapabilmesi, ele güne karşı değil kendi yakınlarına karşı, arkadaşlarına karşı, geçmişte okuduklarına karşı bunları yapabilmesi için nasıl bir karakterde olduğunu anlamak için bunu analiz etmek lazım önce. Kimlerle muhatap olduğumuzu.”
‘CEM AYDIN’ TEPKİSİ: “FİİLLİ GÖZALTI UYGULUYOR”
CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Cem Aydın’ın gözaltına alınış sürecini aktaran Özel, konuşmasını özetle şu sözlerle sürdürdü:
“Cumhuriyet Halk Partisi Gençlik Kolları kurumsal hesabından yapılan bir paylaşım… Paylaşımda da benim bu süreçle ilgili söylediğim sözleri, videoyu editlemişler. O paylaşım kondu diye, sabah 08.00, polis gitti kapısına. Bakın şimdi sabah da itiraz ettik, ‘Yahu nasıl olur bu?’ Açıklama var; ‘İfadeye çağrılmıştır.’ Çağırma, telefon açar çağırırsın. Telefona ulaşamadın hadi ne yapacaksın? Elbette polis yollayacaksın. Bir polis gider, ‘İfadeye çağırıyorlar seni şuraya’ der. Giderse gider, gitmezse eğer o zaman zorla getirme diye bir şey olur. Sekiz polis kapıya gelmiş, ‘Cem Aydın sen misin?’ ‘Benim.’ ‘Adliyeye gideceğiz. İfadeni alacaklar.’ ‘Gözaltı kararı var mı?’ ‘Yok.’ Ama fiilli gözaltı uyguluyor. Dediler ki bana hukukçu arkadaşlar, yine tabii bizimkilerin iflah olmaz bir iyimserliği, hukuka öyle bir inançları var ki. ‘Efendim yanlış ama yaptığı çok acil hallerde, gecikmenin sakıncalı olduğu hallerde, re’sen, şifahen söyler; Gidin alın, yazıyı yolluyorum der. Devletin savcısına polis güvenir. O gider gözaltını yapar, yazı arkadan gelir. Bunun Cem’e yapılması çok ayıp, ama usul budur.’”
“SENİ ORADA AKIN GÜRLEK DE KURTARAMAZ””
“Gittiler, ifade alındı. Savunma yapıldı. Hakime sevk etti. Adli kontrol talep ediyor. ‘Gözaltı kararı yok’ diyorlar, ‘İfadeye çağırdık.’ İfadeye çağırdıysan, sekiz polis, iki araba. Cem’i polis arabasında nasıl götürüyorsun? Usulü hata falan filan değil, zihniyet, polis devleti zihniyeti. Şu var: Tek adamdan Cem’e iki talimatlık iş var: ‘Alın onu.’ Akın’a. Akın da diyor, ‘Alın onu.’ Polisler çıkıyor Akın’a demiyor ki ‘Benim elimde yazı yok, gözaltı yok, nasıl giderim, nasıl alırım?’ Oluyor, bitiyor. Laf olsun diye bir gözaltı kararı bile yazmıyor. ‘İfadeye çağırdım ben’ diyor. Gençlik Kolları Genel Başkanımıza haftada üç gün imza kontrolü verilmiş, görevini yapamazsın diye. Ayrıca yurt dışı örgütlerde partimizi temsil ediyor. Yurt dışına da çıkış yasağı koymuş. Gençlik örgütlerinde Sosyalist Enternasyonal’in partimizin temsilcisine ‘Yurt dışına çıkmayacaksın’, 81 il gezmesi gerekene ‘İki günde bir İstanbul’da olup imza atacaksın’ diyor. Bu kararı verdiğin o zihin var ya onun önündeki o alnını karışlamazsam namerdim. Karışlamazsam namerdim. Doğrudan ülkeyi yok etmeye ve çökertmeye kasteden ülkeyi bu duruma getirene şunu söylüyorum. Son sözüm… Aracıyı aradan çıkar. Akın’ı çek, biz buradayız. Hesaplaşacaksan, korkun yoksa getir sandığı, milletten al cevabını. Millet ne diyorsa o olsun. Millet ne diyorsa o olsun. Hodri meydan diyorum. Madem öyle getir sandığı. Benim partim hazır, ben hazırım, Cumhuriyet Halk Partisi her şeyiyle seçime hazır. Adaylarımız hazır, adayımız hazır. Çıkarsın karşıma, alırsın cevabını. Seni orada bu Akın Gürlek de kurtaramaz. Alnınızı karışlayacak millet, alnınızı karışlayacak.”
“HEYBEDEN KENDİ TURPLARINI ÇIKARMADI”
“Şimdi beyefendilerin mahdumları deniz ticareti seviyorlar, gemiler alıyorlar. Gemiler Arşimet’in kaldırma kuvveti kuralına göre yüzüyor. Buna itirazları yok ama Montesquieu’nin kuralına gelince bir tek ona itirazları var. Arşimet’in kaldırma kuralı, suyun kaldırma kuralı yanlış olsa sizin gemi batardı. Bu kanun doğru olmasa dünyanın güçlü demokrasileri zengin, güçsüz demokrasileri daha fakir, eninde sonunda da perişanlığı yaşayanlar hep tek adam rejimleri olmazdı. En son Esad rejimi çöktü. Ondan önce Allah kimseye sonlarını benzetmesin. Burada şu kadarını hatırlayalım, sadece şunu hatırlayalım. Belediye başkanlarını, altı tanesini ‘Metal yorgunluğu oldu sizde’ dedi, ‘İstifa edin.’ Kimi güle oynaya kimi ağlaya ağlaya istifa etti. O sürede biri hemen etti, diğerleri nazlandı. Biri Ankara’yı parsel parsel satandı, kendi ifadeleriyle. Onlara dedi ki, ‘Gereğini yapmazsanız biz gereğini yapacağız.’ Bir partinin genel başkanının gereğini yapması partiden atmaktır. Nasıl istifa etmeyeni görevden alacaksın? Demek ki bir şey biliyorsun. Bildiği şu: İki şey biliyor olabilir. Biri; bir terör örgütüyle bağlantısı olabilir. Melih Gökçek, DHKP-C‘den çok başka bir terör örgütüne yakıştırılır herhalde. ‘Ya FETÖ’cüsün ya hırsızsın’ diyor. Direnenleri bu tehditle istifa ettirdiler 80 milyonun gözünün önünde. Bir ifadeye dahi çağrılmadı hiçbiri. Şimdi bu adam ya terörist ya hırsız, bunu ima ederek istifa ettiriyorsun. Bırakın yargılamayı ifadeye dahi çağırmadılar. Yani başka başka turplar heybede vardı, gereğini yapınca heybeden kendi turplarını çıkarmadı. Şimdi bize Beşiktaş’a, Rıza Başkan’a sabahın 04.00’ünde annesini korkudan öldürürcesine, hasta babasının evine baskın yaparak alıyorsun, getiriyorsun. 23 yıl ceza almış Osmaniye Belediye Başkanını ‘Yargıtay aşamasını dışarıda geçirsin. Kaçma şüphesi yok, sabit ikametgahı belli’ diye bırakıyor. Önceki belediye başkanını. Mevcut belediye başkanı, her sabah işine gidip gelen her sabah ikameti belli belediye başkanını ‘Bırakırsam kaçar’ diye salmıyor. Burada bir yargı var ve herkes eşit işliyor. Bir AK Parti Belediyesi, bir MHP Belediyesi, başkanın geçen hafta çokça dediği gibi ‘Hepsi sütten çıkmış ak kaşık.’ Onca yıl bunca bilinen AK Partililerin bildiği, ‘Bize kaybettiren şu alanlarda yapılan işler’ dediği, ‘İstifa etmezsen görevden alacağım, biliyorum’ dediği.”
“O PARA GELMESE MAAŞ ALAMAYACAKLARDI”
“Ekrem İmamoğlu 2019’da geldi. O geldikten sonra 37 dosya verdi savcılığa kendinden önceki dönemlerle ilgili. Tabii Ankara’daki önceki Belediye Başkanı daha mahir olduğu için, onun dosya sayısı da 97. Manisa‘yı yeni aldık, 8 dosya verildi; kapağını açan yok. Bakın Ekrem Başkan’ın savcılığa verdiği, daha doğrusu kendi denetimleri ile bulduğu dosyaya İçişleri Bakanlığı geliyor el koyuyor ya, ‘Biz yapacağız, sen bırak’ diyor. ‘Bundan sonrası bizde.’ El koyup da dokunmadığı dosyalardan sadece bir tanesinden bahsedeceğim. 2011 yılında bir özel şirket Fatih’te yeşil alan olan bir arsayı satın almış. İmar da yeşil alan. Alıyorsa park yapabilir, park olarak durabilir. Çim ekecek. Bu arsayı İBB‘den 25 milyon TL’ye satın almış. Sonra yeşil alan, İBB’den imar almış. Tabii değeri ne kadar artmış? Hikayede bu kadar sanıyorsunuz değil mi? Aynı arsayı 2017 yılında, altı yıl sonra İBB‘ye geri satmış 430 milyon TL’ye. Dolar olarak da hesaplayınca 106 milyon dolar, bugünkü parayla 3 milyar İBB‘nin zararı, şirketin karı var. Yeşil alanken alıyor, imar değişiyor, hani ‘O imarla ev yapıp satıyor’ desem gerek yok İBB‘ye geri satıyor. Şimdi bunu nasıl yapar bir insan? Yapmak için hakikaten deli olması lazım. İlla nihai artık oturdular ya. Türkiye’de Tayyip Erdoğan ve onun atadıkları İstanbul’u yönetecek. Bu gözü dönmüş işi yapıyor. İBB‘ye Ekrem Bey gelince ‘Bakın şunlara ne olmuş?’ derken, bu kabak gibi ortaya çıkıyor. Bu dosyadan ifade veren yok arkadaşlar. Değerli katılımcılar, sevgili Kadıköylüler bu dosyayı aldı İçişleri Bakanlığı Ekrem Bey’in elinden, ‘Gereğini ben yapacağım’ diye. Dosyaya gelip el koyuyorlar. Bunu kapattı adamlar.”
“ÇOK İÇİMİ ACITAN BİR ŞEY…”
“Bir de çok içimi acıtan bir şeyi söyleyeyim. Daha büyük yolsuzluk ne söyleyeceksin? Bugün Beşiktaş’taki gözaltına alınan adam TEM otoyolunun üstünde kendi betimlemesi ile ‘Orta Doğu ve Balkanların en büyük benzin istasyonu’nu açmak ister. Bizim belediyemiz Büyükşehir, Karayolları… O istediğini yapmaya olanak yok. Benzin istasyonu ruhsatı verilebilir ama ‘Arkasında şunu da yapacağım, buraya bu kadar kat çıkacağım, yanına AVM kuracağım…’ ‘Ya sen benzin istasyonusun. Bu olmaz’ diyorlar. Karayolları da diyor belediyeler de. Bunu yapılabilecek bir yer yok. Otoyol üstünde benzin istasyonu yerine benzin istasyonu olur. ‘Yanına büyük AVM yapacağım ve arkasına konutlar kuracağım ama bunu benzin istasyonu olarak yapacağım.’ ‘Olmaz’ diyorlar, Yani başvurabileceği bir şey yok. Bunun yazılabilir dilekçesi yok. 4 Aralık günü gece yarısı grup başkan vekillerimizin de anlam veremediği bir şekilde Köy Kanunu içine madde attılar. ‘Şehirlerin içinden geçen otoyollar üzerindeki benzinliklerin etrafına imar düzenlemesi yapma yetkisi Bakanlığa aittir’ diye. Oraya bir şeyler yapılıyor ya onu yaptıracak merci bulamayınca kendi almış işin sahibi. Geçen hafta bu saatlerde elimizde olup okuduğumuz Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın bildirdiği suç örgütü lideri olan kişi. O yüzden tutuklandı Beşiktaş Belediye Başkanımız. O kişinin işini kanun yoluyla çözmüşler, sadece 45 gün önce. O yüzden daha büyük ne yolsuzluk anlatasın, kimle kimi ilişkilendirirsin? İBB‘nin yeşil alanın üstüne daha ne söylenecek var?”
“YUNUS EMRE’NİN DE ADINI KİRLETTİLER”
“Ama Yunus Emre’nin de adını kirlettiler. Tapduk Emre bakıyor pişme zamanında Yunus Emre’ye, dergaha odun çekiyor. Büyük bir titizlikle dergahta yanacak odunların hepsi dümdüz olsun diye. Diyor ki, ‘Niye uğraşırsın da düz odun. Eğri odun yanmaz mı?’ Diyor ki, ‘Girse yanar da bu dergaha odunun bile eğrisinin girmemesi lazım.’ Odunun bile eğrisinin girmemesi lazım. Bu Yunus Emre’nin adını verdikleri vakıf, 66 ülkede çalışıyor. 66 yöntemle o ülkede Erdoğan’ın ailesine, ailesinden kişilerin yönetiminde olduğu derneklerle iş birliği protokollerine, birinde okçuluk, birinde TÜRGEV, birinde TÜGVA… Soran denetleme kurulu eleştiri yazınca şerh koyuyor, altına şerhe şerh koyuyorlar, sırf içinde Erdoğan’ın çocuklarının vakfı geçiyor diye. O vakıfta gözü göre göre bir soygun yaptılar. Mızrak çuvala sığmadı. Bakın artık gizleyemeyecek haldeler. Çünkü müfettiş demiş ki, ‘Bir firma buldum, firma kağıt üstünde. Faturası naylon. Böyle bir hizmet verme kabiliyeti olmadığı halde fatura kesip yüzde karşılığında para alan, dolandıran bir firma. Bu firma Yunus Emre Vakfı’na da fatura kesmiş. Bu konuya ne yapacağız’ demiş. Bunu görünce… Öyle bir firma yok, hizmet yok, bir şey yok, malum fatura dolandırıcılığı olunca bir gün önce papyonlu AKP’li, vakfın başkanı uçağa binip Almanya’ya kaçıyor. Operasyondan bir gün önce. Yine suç duyurusu ile birlikte MHP’nin en küfürbaz genel başkan yardımcısı, ikisinden birinin oğlu istifa ediyor. Bugün kabinenin tek kadın bakanı olan bakanın kocası istifa ediyor. Sonra operasyon başlıyor. Bunlarla bir imza atanların hepsi içeride. MHP Genel Başkan Yardımcısının oğluna soru soran yok. Altında imzası var. O ihaleyi açarken imzası var, ‘Şirkete parayı ödeyin’ diye Vakıfbank‘a talimatın bile altında Kutalmış’ın imzası var. Soru soran yok. Yunus Emre gibi ‘Bu dergaha girse yanar ama eğri odun bu dergahın kapısından girmez’ diyen kişinin, bilgenin adını verdikleri vakfa bunu yaşatan, Yunus Emre’nin adını yolsuzlukla andıran bir ihanetin içindeyiz artık. Yani buna kötülük demek, suç örgütü demek falan değil. İhanetin içindeyiz. Ve bile isteye, adım adım yaptıkları iş tamamen yargıyı ele geçirip biraz önce söylediğim bütün davalar, bütün talimatlar, bütün usulsüzlükler hepsini yapabildikleri yer. Yani neye kast ediyorlar? Aynı şeyle bitecek. Ekrem Başkan da. Biz oturup iki iyi arkadaş gibi bugünkü sınava dün akşam birlikte hazırlanmadık. Hep ikimiz de işimize baktık. Ama buna beka sorunu denmesi.. Yani oradan buradan beka sorunu icat ediyorlar. 100 yıl önce beka sorunu ortaya çıktığında dedelerimizin ne yaptığından emin olan ve günü gelirse bu ülkenin beka sorunu için canını vermekten geri durmayacak olanlar bizleriz. Kadıköy öyle bir yer, Cumhuriyet Halk Partisi öyle bir yer.”
İMAMOĞLU: “YARGININ SİYASALLAŞMASI, TAM ANLAMIYLA HAYATİ BİR SORUNDUR”
“Yargının siyasallaşması, tam anlamıyla hayati bir sorundur” diyen İmamoğlu, “Yargı bağımsızlığını yitirip, siyasi güç odaklarının baskısı altına girmeye başlarsa, vatandaşların can ve mal emniyetinin kalmayacağını, yargının can ve mal güvencesi olmaktan çıkacağını hepimizin bilmesi şart. Haklı olanın değil, güçlü olanın lehine işleyen bir yargı sistemi, her türlü suç örgütünün, çeteleşmenin önünü açmıştır ve açar. Türkiye, maalesef bugün böylesi bir sürecin içerisinden geçiyor” şeklinde konuştu. Genç avukat Mert Akdoğan ve stajyer savcı Mithat Can Yalman’ın yaşadıkları haksızlar sonucu geçtiğimiz hafta içerisinde yaşamlarına son verdiğini hatırlatan İmamoğlu, “İnsan canından bahsediyoruz; bir makama, bir mevkiye gelmekten, bir koltuğa oturmaktan bahsetmiyoruz. Gencecik insanların canına kıymasından bahsediyoruz. İşte kendi içerisinde bile adaleti sağlayamayan bu yapı, tam da bu tür ortamların ülkemizde yaşanması gibi bir acı faturayı bizlere göstermekte” dedi.
“YARGININ SİYASALLAŞMASI, DEVLETİN VARLIĞINI DA TEHLİKEYE ATAR”
Ülkenin dört bir yanından benzer feryatların kendilerine ulaştığını kaydeden İmamoğlu, “Bu yönleriyle, kesinlikle ve kesinlikle bugün oluşan yapı, hiç kuşkusuz yargının siyasallaşmasından bulduğu güçle, kuvvetle oluşmuş bir yapıdır. Yargının siyasallaşması, insanların hayatlarına mal olduğu gibi, bir başka boyutu daha daha tehlikeli, devletin varlığını da tehlikeye atar. Devlet, hepimiz için en büyük çatı, en büyük güvence. ‘Sığınacağımız en büyük gök kubbe’ diye tariflediğimiz, altında yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Ve işte bu yargının siyasallaşması, devletin varlığını da tehlikeye atar. İktidarların sınırsız güç kullanmasını önleyecek, hukukun üstünlüğünü sağlayacak olan yegane kuvvet bağımsız yargının varlığıdır. Yargının bağımsızlığına son verir, yargıyı iktidarın bir parçası haline getirirseniz, ortada hukuk devleti kalmaz. Kurallar önemini yitirir, kurumlar yozlaşmaya ve çürümeye başlar. Tüm dünyada otoriter rejimlerin yaptığı tam da budur. Kontrolsüz güç ve onun yol açtığı derin kurumsal çürümeler…” ifadelerini kullandı.
“Kendisinin milli iradenin tek temsilcisi kabul eden, yargıyı ayrı ve bağımsız bir kuvvet olarak görmeyen bir iktidarın, modern devlet anlayışında yeri yoktur” diyen İmamoğlu, salonu dolduran katılımcıların ayakta alkışladığı konuşmasında şunları söyledi:
“Böyle bir iktidar modelinin, Cumhuriyetimizin temel ilke ve idealleri içerisinde de yeri yoktur. Türkiye, bugün yargının siyasallaşması kavramını bile ifade etmekte yetersiz kalacağı bir noktaya, ne yazık ki gelmiştir. Yargıyı bir kişinin, bir partinin çıkarlarına uygun sonuçlar üreten güdümlü bir mekanizmaya dönüştürme çabası, büyük ölçüde ne yazık ki amacına ulaşmıştır. Çok yakın geçmişte, Ergenekon davalarıyla, 2010 Anayasa referandumundaki yargı düzenlemeleriyle başlayan bir süreçtir bu. O dönemde, ne istedilerse verdikleri paralel yapılanmalarla el ele, kol kola getirdikleri düzenlemeler, yargıyı tahakküm altına almalarını sağlamıştır. Bu çabalar, üzülerek ifade ediyorum ki, 2017 referandumuyla beraber kurumsallaşmış ve son amacına ulaşmıştır. İşte kurulan tek adam rejimi, tam da bu süreçte zirveye ulaşmıştır. Bugün artık bağımsız yargı can çekişmektedir. İnsanların, her bireyin, her vatandaşın eşit olduğu ve kendisini güvence altında hissettiği, o kutsal yerini kaybetmektedir.”
“Kendini sadece hukuka, millete ve vicdanına karşı sorumlu gören hakimlerimiz, savcılarımız elbette vardır. Ama onların da oluşturulmaya çalışılan bu süreç içerisinde, bu yapı içerisinde ne denli baskı altında olduklarını ve nasıl muamele gördüklerini yakından yaşamış birisiyim ve bunların tümünü kamuoyuyla paylaşıyorum. İktidarın siyasal amaçlarla yargıyı nasıl tahakküm altına aldığını gösteren en açık, en pervasız örneklerden birisi, 2019 yerel seçimleri sonrası yaşananlardır. Ve ne yazık ki işte 2019 yerel seçimleri sonrası yaşananlar, o günden bugüne İstanbul’da yaşanmaya devam etmektedir. Hatırlayınız; 2019 gecesi İstanbul’da seçimleri kaybettiklerini anlayınca, ilk iş olarak kurtuluş mücadelesinin göbeğinde kurulmuş, milletin bağımsız bir biçimde haber almasını sağlayacak olan Anadolu Ajansı’nın veri akışını, kendi çıkarları doğrultusunda nasıl durdurduklarını, nasıl pervasızca, seçimi kaybetmelerine rağmen, İstanbul’u resmi dille kazandıklarını ifade ederek, her tarafını, ‘kazandık’ şeklinde donattıklarını 16 milyon İstanbullu yaşamış, bütün Türkiye şahitlik etmiştir.
“BİZİM BİLDİĞİMİZ, BİR TEK YÜZÜKTÜ ONLARIN; ŞİMDİ HER ŞEY ONLARIN”
“Sayın Cumhurbaşkanı, o tarihte aynen şöyle dedi: ‘Ortada bir yolsuzluk var. Şaibe var. Bu yolsuzluğun ortadan kaldırılması hem YSK’yı aklayacaktır -koca Yüksek Seçim Kurulu’nun aklanmasını işaret ediyor- hem de milletimiz rahatlayacaktır.’ Onlar kaybedince seçimler, yargı organları, hatta millet şaibeli hale geliyor. Ve bunu söylemekten, pervasızca söylemekten de imtina etmiyorlar. Ne olursa olsun, her koşulda onlar kazanacak. Ne olursa olsun, koltuk onlara ait, onların malı mülkü. Her şey onların. Bizim bildiğimiz, bir tek yüzüktü onların; şimdi her şey onların. Şimdi bu zihniyet, bakın bu şaibeli diye ifade ettiği YSK ve o yönde adım atan ve kararlar alan koca kurulu suçlayan aynı akıl, ‘heybeden’ bahsediyor. Yani yürütmeyle yargının nasıl iç içe geçtiğini, talimatı kimden aldığını, hani varsa bir soruşturma, varsa bir yol yürüyüş, o yürüyüş esnasında bile varsa bir detay ya da uydurdukları detaylar, onlara hakim olduğunu ve ona bilgi olarak aktığını ve heybede olduğunu yine pervasızca milletle paylaşıyorlar. Bundan daha büyük bir somut delil olamaz.”
“MİLLET NEYMİŞ Kİ? ESAS OLAN ŞAHSIM!”
“Yargının siyasallaşması dediğimiz şey bir kavram değil, ne yazık ki şu anda bu ülkede yaşamın ta kendisidir. Hayatın bir parçası haline gelmiştir ‘her şey bana ait’ zihniyeti. Onun için seçim de kazanılırsa onlar adına meşru, kaybedildiği an itibariyle gayrimeşru! Zihniyetleri bu. Bir başka zihniyet; ‘13 bin küsur oyla seçimi İstanbul’da kazanacağını mı zannediyorsun’ diye ifade ettiğini unutmayınız. Unutmadığınız için 806 bin oy fark yedi, sonra 1 milyon oy fark yedi. Milletin iradesini hafife alan anlayış bir sağdan, bir soldan (tokat işareti yapıyor); ama yetmiyor. Bu millet, bu anlayışı, bu güzel Cumhuriyetin kurucu değerleri ve evrensel değerler, yargı, adalet gibi hususların en üst seviyede sağlanması adına, buradan ifade ediyorum; bu millet sizi, bu güzel Cumhuriyet tarihinden silip atacak. Bu kadar net. Başka bir kurtuluşu da yok. Çünkü kendilerini, yetkiyi geçici süreliğine milletten alan bir hükümet olarak değil, tekrar ifade ediyorum, ülkenin tek sahibi, milletin üzerinde bir güç olarak görüyorlar. Millet neymiş ki? Millet neymiş ki? Esas olan ‘şahsım.’ Bu kadar net. Sakın bunu böyle kenara köşeye atmayın. Kumun altına gizlemeyin. Bu kadar net. Önemli olan şahsım. Bu kadar net. İfade de ediyor zaten.”
“BU YAPILANLARIN TEMEL MESELESİ, İSTANBUL’U KAYBETMELERİ MESELESİDİR”
“Bu zihniyetle, 2019 gününden bugüne, sürekli yargı tacizi altında olmamıza rağmen, milletin vermediği yetkiyi yargı yoluyla ele geçirme konusunda yapmadıklarını geride bırakmadılar. Her şeyi yaptılar. 2019’dan bugüne… Allah aşkına; bir seçim bitti, seçimi kazandık. Ellerini yakamızdan bırakmamaya çalışıyorlar. Kaç defa ellerini böyle milletçe vurup, yere düşürmemize rağmen, hala elleriyle yakamıza yapışmaya çalışıyor. Böyle bir şey olmaz. Bu, tam bir yüzsüzlük. Yani dört defa kaybettin, hala uğraşıyorsun be kardeşim. Böyle bir şey olamaz. ‘Ahmak davası’ndan, işte bugüne geldiğimizde, Esenyurt’taki yaşadığımız garabet… Değerli dostumuz, kıymetli akademisyen hocamız Prof. Dr. Ahmet Özer ve en son Beşiktaş Belediye Başkanımız, değerli kardeşim Rıza Akpolat… İşte bunların yargılanması, soruşturma süreçleri, bir yanda 90 gündür hala yazılmayan iddianame… 90 gün. ‘Öyle büyük şeyler var ki, göreceksiniz!’ Siyasiler bile aynı cümleleri kurdu. Utanmadan, Büyükşehir Meclisi’nde sözcüleri, ‘terörist’ kelimesini ona ithafen ifade etti. Utanmadan. Niye yazmıyorsunuz o zaman iddianameyi? Niye yargı sürecini başlatmıyorsunuz? Çünkü hala uydurmaya çalışıyorsunuz. İşte bu yapılanların temel meselesi, İstanbul’u kaybetmeleri meselesidir. Oluşturdukları yargı tacizi atmosferi, net olarak budur. Milletin vermediği yetkiyi yargı yoluyla ele geçirmeye, önümüzdeki seçimi de bugünden kurgulayıp, dizayn etmeye, milletin iradesini de bugünden baskı altına almaya çalıştıkları nettir.”
“SANMASINLAR BU MESELE EKREM İMAMOĞLU, ÖZGÜR ÖZEL MESELESİDİR; BU MESELE, BEKA MESELESİDİR”
“İktidarı denetleyen, güçlü ve bağımsız bir yargı sistemini kuramazsak; ekonomik, toplumsal, siyasi hiçbir sorunumuzu çözemeyiz. Yoksulumuz, yoksulluktan kurtulmaz. İş adamımız, batmaktan kurtulamaz. İnsanlarımızın büyük bir kısmı, can ve mal güvenliğinden emin olamaz. Bu kadar net. Bugün siyasi erklerini sağlama alma adına, siyasi kişiliklere yapmış oldukları şafak baskınlarını, yarın iş yerlerinize, fabrikalarınıza yaparlar. Sakın bunu ‘bana yapılamaz’ diye kimse düşünmesin. Örneklerini de yaptılar, yapıyorlar. Sanmasınlar bu mesele, Ekrem İmamoğlu meselesidir; sanmasınlar bu mesele Cumhuriyet Halk Partisi ya da onun Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’in meselesidir. Bu mesele, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milleti ve bu güzel cumhuriyetin geleceği, beka meselesidir. Biz onun için feryat ediyoruz. Çünkü, yargının denetleyemediği bir iktidar olursa, mutlaka o yozlaşma ve çürüme, bizim sadece bugünümüzü değil, geleceğimizi de mahveder. Türkiye, bu büyük yozlaşma ve çürümeye aşacak, kuvvetler ayrılığına dayalı gerçek bir hukuk devletini ve demokrasiyi inşa edecek kabiliyet ve tecrübeye sahip bir ülkedir. Şurada göz ucuyla görebildiğim, hukuk dünyasının duayen ve çok kıymetli insanları, sadece şu salonda bulunan insanları dahi, şu salondan çıkışta bir odaya otursalar, bu ülkenin yargı sistemindeki arızaları tek tek ortaya çıkarır, çözüm ortamlarını büyük oranda milletin önüne koyar. Milletimiz bizim kabiliyetli.”
“BİR ÜLKEDE ADALET YIKILIRSA, HERKES ALTINDA KALIR, KİMSE ‘KURTULDUM’ DİYEMEZ”
“Bugünkü kabiliyetsiz ortamın müsebbibi nettir. Bunu yaşatan bize bellidir. Bunun çözüm yolu da bellidir. Onun için, hep birlikte bu çözüm yoluna koşmak zorundayız. Hep birlikte koşmalıyız, bunun başka bir yolu yok. ‘Adalet mümkün temelidir’ sözü, ‘devletin birliği ve düzenin harcı adalettir’ demektir. Aynı cümleyi tersinden ifade edersek; adaletin olmadığı yerde devlet de kalmaz, birlik de kalmaz, düzen de kalmaz. Biliyorsunuz; Hazreti Ali’ye, ‘Devletin dini olur mu’ diye sormuşlar. O da, ‘Devletin dini adalettir. Adaleti olmayan devlet, dinsizdir’ demiştir. Bu kadar net. Gerçekten bir ülkede adalet yıkılırsa, herkes altında kalır, kimse ‘kurtuldum’ diyemez. Mücadelemiz onun için millet mücadelesidir, milletin mücadelesidir. Tek bir kişinin uğradığı adaletsizliğin bile bütün topluma yönelik bir tehdit olduğunu bilerek, hissederek yaşayan bir millet olmaya mecburuz. Birliğimiz ve kardeşliğimizin en sağlam temeli, herkes için eşit ve tarafsız işleyen bir hukuk düzenidir. Böyle bir düzeni en baştan, en sağlam şekliyle inşa etmeye mecburuz. Bütün bunları ve çok daha fazlasını başarmaya mecburuz.”
“CEM AYDIN” TEPKİSİ: “KÖTÜ NİYETLİ İNSANLARDAN BU MEMLEKETİ TEMİZLEMEK ZORUNDAYIZ”
“Yani benim gencecik kardeşim, arkadaşım, Gençlik Kolları Genel Başkanı Cem Aydın’ı ifade için çağırıyorsun sözüm ona. 7-8 tane polisle evine yine baskın yapıyorsun. Neymiş? Bizim gözümüzü korkutmakmış. Amacın senin, milletin gözünü korkutmak. Bak Başsavcı, sana söylüyorum: Biz var ya, senin evlatlarını bile, -sana hiçbir faydamız olmaz, senin zihnin çürümüş de- senin evlatlarını bile bu muamelelerden kurtarmak için, seni yöneten aklı bu milletin zihninden söküp atacağız. Bunu unutma. Söküp atacağız ki, senin evlatlarının kapısına birileri dayanmasın. Senin evlatlarını sabahın köründe evinden kimse almasın. Senin tıynetini, senin aklını, senin zihninin içinden geçen yol ve yöntemleri, bu memleketin her ortamından söküp atacağız ki, senin dahi, senin bile yuvana, ailenin o çocuklarına, geleceğine huzuru temin edelim. Bizim derdimiz bu. Kötü niyetli insanlardan bu memleketi temizlemek zorundayız sevgili dostlarım. Başka yolu yok bu işin. Buna mecburuz. Buna mecburuz ve hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki başaracağız kardeşim. Net olarak başaracağız.”
“İHTİYACIMIZ OLAN TEK ŞEY NE BİLİYOR MUSUNUZ?”
“Çünkü biz, her daim vicdanın yanında olduk, adaletin yanında olduk; olmaya devam edeceğiz. Bu ülkenin birliğinin teminatıydık, teminatıyız; teminatı olmaya devam edeceğiz. Özgürlüğün, kardeşliğin, demokrasinin ve kalkınmanın teminatıyız; teminatı olmaya devam edeceğiz. Bu güçlü devletin, güçlü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin teminatıyız. İhtiyacımız olan tek şey ne biliyor musunuz? Hakikati söylemek ve cesaret. Cesur olmayan var mı aranızda? Yok. Bu millet cesurdur. Cesarete ihtiyacımız var, dayanışmaya ihtiyacımız var. Örgütlü, güçlü, erdemli bir dayanışmaya ihtiyacımız var. Dayanışmayı ortaya koyduğumuzda bu millet aramıza katılır ve sizinle beraber yürür. Hiç başka yolu yok kardeşim. Başka yolu yok. Başka türlü kurtulamayız bunlardan. Gencecik adamı evinden alacaksın, ifadesi için Çağlayan’a götüreceksin. Yolunuz açık olsun. Sevgili dostlarıma özgürlük diliyorum. Bu ülkede her kamu yöneticisi yargılanabilir kardeşim. Usulü vardır, üslubu vardır. Hesabını verir. Hesabını vermek zorundayız. Bu kadar net. Usulüne ve üslubuna göre yapacaksınız. Onun için biz yol arkadaşlarımızın bir an önce özgürlüklerine kavuşmasını, iddianamelerin doğru dürüst yazılıp, yargılanma düzenlerinin kurulmasını ve yargıya, siyasetin müdahalesinin olmamasını diliyoruz.”
Konuşmaların ardından etkinliğin panel bölümüne geçildi. İBB Meclisi CHP Grup Başkanvekili avukat Ülkü İnanlı Sakalar’ın yönettiği panel, avukat Turgut Kazan’ın “Dünden Bugüne Yargı ve Siyaset”; CHP TBMM Grup Başkanvekili avukat Gökhan Günaydın’ın “Araçsallaştırılmış Yargı ve Siyaset İlişkisi”; Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Sınar’ın “Ahmet Özer Soruşturması ve Kayyım Tedbiri” ve gazeteci-yazar Nur Batur’un “Ortadoğu’da Siyasetin Dizaynı” konulu sunumlarla son buldu.