Bu haftalarda yazılarımda gezdiğim yerlerden sizlere seslenmeye çalışacağım. İlk durağım, Almanya’nın kalbinde yer alan büyüleyici bir şehir: Münih. Bu şehirdeki yolculuğumun başlangıç noktası ise, tarihi ve canlı atmosferiyle ünlü Marienplatz.
Marienplatz, Münih’in ruhunu en iyi yansıtan yerlerden biri. Meydanın ortasında, görkemli Gotik mimarisiyle dikkat çeken Yeni Belediye Binası (Neues Rathaus) yükseliyor. Özellikle binanın ön cephesindeki ünlü Glockenspiel saat kulesi, her saat başında tarihsel olayları canlandıran figürleriyle meydandaki kalabalığı büyülüyor. O anları izlerken zamanda kısa bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyorsunuz. Meydanın dört bir yanını çevreleyen sokak sanatçıları, açık hava kafeleri ve tarihi dükkanlar, hem turistlere hem de yerlilere eşsiz bir atmosfer sunuyor. Marienplatz, yalnızca bir meydan değil, şehrin ritmini hissedebileceğiniz bir buluşma noktası.
Ancak Münih’in sadece bu renkli ve neşeli yüzünü değil, aynı zamanda tarihin karanlık sayfalarına direnen cesur insanlarını da tanımak istiyorum. Bunun için, kısa bir metro yolculuğuyla birkaç durak ötede bulunan Münih Üniversitesi’nin yer aldığı Universität Meydanı’na doğru yola çıkıyorum.
Marienplatz’dan Universität Meydanı’na gitmek oldukça kolay. Marienplatz İstasyonu’ndan U3 veya U6 hattına binerek sadece iki durak ilerliyorsunuz. İlk durak Odeonsplatz, ardından Universität İstasyonu geliyor. Yaklaşık beş dakika süren bu kısa metro yolculuğu, beni tarihin en çarpıcı direniş hikayelerinden birinin merkezine götürüyor.
Universität Meydanı, yalnızca bir eğitim alanı değil, aynı zamanda Nazi rejimine karşı başlatılan Beyaz Gül (Die Weiße Rose) hareketinin doğduğu yer. Bu cesur hareket, 1940-1943 yılları arasında Münih Üniversitesi’nden beş öğrenci ve onların felsefe profesörü Kurt Huber’in öncülüğünde ortaya çıktı. Sophie Scholl, erkek kardeşi Hans Scholl, Alex Schmorell, Christoph Probst ve Willi Graf’tan oluşan bu küçük grup, Nazi rejiminin baskı ve vahşet politikalarına karşı koymaya karar verdi. Ellerindeki tek silahları, kalem ve kâğıttı.
Beyaz Gül hareketi, insanları uyarma ve bilinçlendirme amacıyla bildiriler hazırlayıp dağıtarak rejime meydan okuyordu. İlk dört bildiri 1942 yazında dağıtıldı ve özellikle Nazi rejiminin soykırım politikalarını eleştiriyordu. Ocak 1943’te beşinci bildiri basıldı ve Almanya’nın güneyi ile Avusturya’da 9.000 adet dağıtıldı. Bu bildirilerde halkı Hitler rejimine karşı durmaya, ahlaki sorumluluklarını üstlenmeye ve insanlık onurunu savunmaya çağırıyorlardı. Şubat 1943’te ise Münih’in bazı binalarının duvarlarına “Batsın Hitler”, “Katil Hitler” ve “Özgürlük!” yazılarıyla tepkilerini gösterdiler.
Ancak bu cesur mücadele uzun sürmedi. 18 Şubat 1943 günü Sophie ve Hans Scholl kardeşler, Münih Üniversitesi’nin içinde bildiri dağıtırken yakalandı. Gestapo tarafından tutuklanan kardeşler, yoğun bir sorgunun ardından hızla yargılandı ve 22 Şubat 1943’te idam edildi. Ardından grubun diğer üyeleri Alex Schmorell, Willi Graf ve profesör Kurt Huber de aynı kaderi paylaştı. Bu yargılamalar, Nazi rejiminin ne kadar acımasız ve keyfi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Bugün Üniversite Meydanı’nda dolaşırken, yerdeki taş plakalara işlenmiş bildirileri ve grup üyelerinin resimlerini görebilirsiniz. Bu taşlar, tarihin sessiz ama güçlü tanıkları gibi ziyaretçileri selamlıyor. Sophie Scholl’un mahkemede söylediği şu söz, bu meydanın atmosferinde yankılanır gibi:
“Birisi bu ülkeyi ahlaki çöküşten kurtarmak zorundaydı. Biz bunu yapmaya cesaret ettik.”
Beyaz Gül hareketi, Nazi rejimi altında susturulmuş gibi görünse de, bu cesur direniş Almanya’nın savaş sonrası yeniden inşasında ve demokrasiye geçişinde derin izler bıraktı. Bugün, Sophie Scholl ve diğer grup üyeleri Almanya’da kahraman olarak anılıyor. Münih’te bu meydanda dolaşmak, yalnızca geçmişi anlamak değil, aynı zamanda bugüne ve geleceğe dair bir sorumluluk hissetmek demek.
Bu haftalarda sizlere gezdiğim yerlerden yazmaya devam edeceğim. Ancak Münih’teki bu ilk durak, cesaretin, vicdanın ve insanlık onurunun nasıl korunabileceğini hatırlatan etkileyici bir başlangıç oldu. İnsanlık, bu cesur seslere her zaman minnettardır.